Havâssu’l-Kur’ân’ın vücud bulmasında elbetteki olumlu sonuçların elde edilmesi en büyük âmil olmuştur. Nitekim Hz. Peygamberin önerdiği bazı uygulamaların sahabe tarafından tecrübe edilip, eşe dosta da tavsiye edildiği görülmektedir. Osman b. Ebi’l-As şöyle naklediyor: “Nerdeyse beni helak edecek bir ağrım vardı. Hz. Peygamber bana dedi ki: “Ağrıyan yerini sağ elinle yedi kere meshet ve “yakalandığım şeyin şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım” de.” Ben de bunu yaptım. Allah da benden bu sıkıntıyı giderdi. Bunun üzerine ben de her zaman aileme ve başkalarına da bunu yapmalarını söyledim.”101 İşte bu ve benzeri hadislerin içeriği bir kısım sâlih kişilerin tecrübesiyle daha da genişletilmiş ve Havâssu’l-Kur’ân başlı başına bir disiplin olmuştur. Ancak Havâssu’l-Kur’ân’ın her zaman müspet neticeyi vermeyeceği unutulmamalıdır. Çünkü Havâssu’l-Kur’ân’a hem referans hem de örnek olarak Hz. Peygamber’den aktarılan bazı rivâyetlerde her zaman müspet netice alınamadığı anlaşılmaktadır. Bunlardan birine göre “Allah’ın Rasulü (s.a.v) muharebelere çıkarken sahabelerine Fussılet Sûresi’nin başından itibaren 16. ayetine kadar okumalarını tavsiyeyi adet haline getirmişlerdi.”102 Hz. Peygamber döneminde gerçekleşen muharebelerde umumiyetle muzaffer olunduğu bilinmektedir. Ancak İslâm tarihinde önemli yeri bulunan Uhud Savaşı’nda istenen netice alınamamıştır. Eğer Allah’ın Rasulü (s.a.v) muharebelere çıkarken sahabelerine Fussılet Sûresi’nin başından itibaren 16. ayetine kadar okumalarını tavsiyeyi adet haline getirmişlerdi ise muhtemelen Uhud Savaşı öncesinde de aynı şey yapılmıştır. Fakat istenen sonuç alınmadığına göre her şeyin ilâhî meşiet çerçevesinde işlediği ve bu tür pratiklerde son kertede ilâhî meşiete dikkat edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.