Havas Okulu ilmi Genel Makaleler | Esmalar | Vefk & Tılsım | Büyü Fal

Havas ilmi & Gizli ilimler

Havas İlminin Derinliklerine Yolculuk: Kadim Bilgelik ve Gizemli Sırlar

Gençliğimiz, geleceğimiz

Modaratör

Active member
Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde, eski bir Türkçe sözcük olan ”kenç / genç”in yavru, çocuk anlamına geldiğini, Fars dilinde ise “gömü, hazine” anlamı taşıdığı belirtilmektedir.[1] Batı dillerinde ise genç sözcüğü için, ergenlikle başlayan hızlı büyüme, gençlik çağının sonunda bedensel, cinsel ve ruhsal olgunlukla son bulan, büyüme anlamına gelen adolescence ve youth sözcüğü kullanılmaktadır.[2]

Atalarımızın yüzyıllar öncesinden toplumun geleceği demek olan ve yetişmekte olan bireyler için, “hazine-define” anlamına gelen genç sözcüğünü kullanmaları önemli bir yaklaşımdır. Öyle ki sözlük anlamıyla düşünüldüğünde genç, gençlik olgusunun bir millet / toplum için hazine değeri taşıdığı anlaşılmaktadır. Zira gençlik bir milletin geleceği demektir; bu nedenle, gençliğin kendinden bekleneni yerine getirebilmesi için, mensubu olduğu toplumların ya da milletlerin gençlik olgusuna önem vermeleri ve toplumsallaşma sürecini deneyimlerlerken, eğitim ve öğrenimlerinin bilimsel yaklaşımlarla psikolojik, sosyolojik boyutları ile ele alınmalarını gerektirir.

İnsanın gelişimi belirli safhalar ve kurallar içerisinde cereyan eder ve insan gelişiminin her safhası kendine özgü özellikleri taşır. Toplumsal ve psikolojik bir varlık olan insan; fiziksel, ruhsal ve toplumsal özellikleriyle sürekli bir gelişim ve değişim halindedir. Genel hatlarıyla kategorize edilen okul çağı, ergenlik çağı ve yaşlılık çağı, yaklaşık olarak 18 ve 35’inci yaşlar arasına tekabül eden[3] gençlik çağı, bireyin hayatında önemli bir dönüm ve başlangıç noktasıdır. Ruhsal, bedensel ve davranış biçimlerinin farklılaşmaya başladığı ve toplumsal değişimlere daha açık olan ve biyolojik olarak da metabolizmanın hızlı, yapımın yıkımdan fazla olduğu bu dönem, bireyin genç nüfus içindeki yerini almaya başladığı, aile baskısının azaldığı, kendi kişiliğini arayıp bulduğu, kendini ispatlamaya çalıştığı, yüksek düşünceleri (idealleri) olan ve üyesi olduğu toplumla bütünleşmenin beklendiği bir devredir. Anlaşılacağı gibi, toplumsal bir varlık olan insanın hayatı birçok kategorik safhalardan oluşmaktadır ve tüm safhalarda olduğu gibi, gençlik dönemi insan hayatının en önemli safhasıdır. Gerçekte de bireyin yirmi ve otuz yaş arası en verimli olduğu, kendisine sunulanları rahat bir biçimde içselleştirebildiği, hatta en üretken dönem olduğu söylenebilir. Öyle ki zihin gücü ve beden sağlığının zirvede olduğu bu safhada, Doğu’da ve Batı’da pek çok genç düşünürün, bilim ve sanat insanının uygarlık adına önemli katkılarının olduğu bilinmektedir.

Konu üzerine yapılmış olan toplumsal ve ruhsal araştırmalar, genç nüfustaki gelişim özelliklerinin ve gençlik anlayışındaki yapılanmanın toplumun benimsemiş olduğu değerlerin etkileri ile oluştuğunu göstermiştir.[4] Aile, çevre ve okul etkileşimi içerisinde çocukluğa kıyasla oldukça farklı bir gelişim sergileyen gençte, cinsiyet duygusunun gelişimi ile birlikte kişilik kazanma, toplumdaki rolünü ve yerini benimseme, dinî ilginin şuurlu uyanışı ve gelişimi bu çağda yoğun bir şekilde görülmektedir.[5] İçinde yaşadığı toplumla sürekli etkileşim içerisinde olduğu anlaşılan gencin, aile, çevre ve eğitimin her alanında elde ettiği, öğrendiği toplumsal değerlerle hesaplaştığı ve tecrübe ettiklerini kısmî bir teste tabi tuttuğu bu dönem, kuşaklar arası çatışmaların da arttığı sosyal bir ortamdır. Gerçekte ise bu çatışma, toplumdaki tüm gruplar için geçerlidir ve evrensel niteliktedir. Ancak bu reaksiyoner durum, genç nüfusta daha açık bir şekilde görülmektedir.

Bilimsel çalışmalar yukarıdaki tespitleri doğrular nitelikte olup, 14-25 yaş arasında bulunan genç nesillerin bedence ve ruhça büyük bir inkılâp geçirmekte olduklarını, masal devrinden kurtulup, gerçeğe merak sardıklarını, önce anne-babaya sonra öğretmenlere karşı negatifleştiklerini, bağımsızlık hırsı içinde otoriteye karşı isyan duyguları beslediklerini, kendi akranlarıyla bir araya gelerek klikleşmeye gittiklerini, toplumun moral ve kültürel değerleriyle çatıştıklarını, bedenî ve zihnî güçlerini göstermek arzusu içinde bulunduklarını, rehbersiz ve yardımsız kaldıkları zaman, menfî gelişmelere sebep olduklarını ortaya koymuştur.[6] Bu bağlamda din sosyoloğu J. Wach, toplum hayatında yaşlı kesimin geleneğin (trandisyonalizm) ve muhafazakârlığın bel kemiğini oluşturduğunu, genç nüfusun bütün toplumlarda değişim atılımlarını temsil ettiğini ifade etmektedir.[7]

Bütün bu tespit ve söylemlerden sonra bir gençlik tanımı yapılacak olur ise, gençliğin yaş dilimleri arasındaki yeri, fizikî yapısı, psiko-sosyal ve cinsel özelliklerini ön plana çıkararak bir tanımı yapılabileceği gibi, daha önceden buraya kadar yaptığımız tespitlerle birlikte gençliğin ataklık, canlılık, güçlülük, çocukluk, olgunluk arasındaki yeri gibi, kimi özelliklerini dikkate alarak da birçok tanımları yapılabilir. Bu durumda da gençliği fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir varlık olarak tanımlamak ve incelemek gerekecektir. Ancak yeni eğilim, gençlik dönemi gencin davranışında biyolojik değişikliklerin etkisini ret etmemekle beraber, toplumsal bir fenomen olarak incelemenin uygun olacağı düşüncesindedir.[8]

UNESCO’nun da gençlik için üç ayrı tanım yaptığı görülmektedir:

1) Gençlik, 15-25 yaş arasındakilerden meydana gelen bir yaş grubudur.

2) Genç, öğrenim yapan, hayatını kazanmak için çalışmayan ve kendine ait bir konutu olmayan kişidir.

3) Genç, geniş bir hayal gücüne sahip olan, cesaretin çekingenliğe ve macera isteğinin rahatlık duygusuna üstün geldiği insandır.[9]

Yapılan farklı tanımlamalara rağmen, gençlik dönemini tek bir olguyla sınırlandırmak yerine, süreç halinde görülebilen ve birçok özellikleriyle algılanabilen bir gerçeklik olarak belirlemenin daha uygun olabileceği söylenebilir. Bu yaklaşıma göre gençlik dönemi, çocuklukla yetişkinlik arasındaki bir devreye tekabül etmektedir, denilebilir.

Yerküremizde 1985 yılı “Gençlik Yılı” olarak kabul edilmiştir. Bunun için de tüm dünyada gençlik olgusu üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Geleceğimiz olan gençlik olgusu üzerinde sürekli bilimsel ve disiplinlerarası çalışmalar yapmayı gerektirmektedir.

İnsanoğlunun yerkürede ilk görüldüğü andan itibaren bazı toplumsal zümreleşmeleri tecrübe ettiklerini bilimsel araştırmalar ifade etmektedirler. Bu araştırmalardan ilk önceleri, anaerkil ya da ataerkil bir zümreleşmeyi tecrübe eden insanların daha sonraları soy (gens) dönemine ulaştıklarını, soyların oymak biçimine dönüştüklerini, oymakların da birleşerek kabileleri oluşturduklarını, kabilelerin birleşmeleri ile milletlerin ortaya çıktığını öğreniyoruz.

Milletleşme aşaması insanlık tarihi açısından önemli bir aşamadır. Çünkü milletleşme devletlerin oluşumu ve devamında önemli bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin tesisi sürecinde, o millete ait ortak inançlar, örf ve adetler ve yüksek ideallerin varlığı biçimlenmektedir. Milletleşme süreci ile yüzyıllar içerisinde oluşan kültürel değerler, toplumsallaşmanın da kaynağını oluşturmuşlardır. Yeni doğan bebek için, bir grup ya da büyük toplum içerine doğması ile birlikte toplumsallaşma süreci başlıyor demektir. Önce aile kurumu içerisinde ebeveynlerin şefkati ve merhamet duyguları ile sosyalleşmeye başlayan birey, çocukluk yaşına ulaşmasıyla eğitim-öğretim kurumları ve çevre koşulları ile tanışmakta, artık bir birey olma özellikleri kazanan kişi, söz konusu toplumsallaşma sürecinde gerek fiziksel gerekse ruhsal yönleri ile sürekli öğrenme aşamalarını deneyimlemektedir. Bu gelişmelere toplumbilim, bireyin sosyalleşmesi adını vermektedir. Çocukluktan gençlik dönemine adım atan birey için yeni bir dönem başlamaktadır. Gençlik dönemi düşünmenin derinleşmeye başladığı, sorgulandığı bir dönemdir. Genç bu dönemde, o ana kadar kendisine öğretilmek istenilen tüm konuları gözden geçirerek yeni arayışlar içerisine girmekte ve bu arayış bireyin yaşamının sonuna kadar da devam etmektedir. Yine bu devre, genç insanın toplumsal sorumlulukları yüklenmeye başladığı, edilgen bir konumda olmadığı ve nihayet tüm toplumu sürekli gözetleyen, değerlendiren bir oluş içerisinde olduğu devredir. Tüm bu tespit ve söylemlerden anlaşılabileceği gibi, bireyin ve toplumların yapısı, tarihi değişim üzerine odaklanmaktadır.

Sosyalleşme sürecinde bireyin kişilik ve benlik kazanmasında çevrenin önemli olduğu bilinmekle birlikte, fiziksel çevrenin algılanmasında toplumun benimsemiş olduğu kültürel özelliklerin daha önemli olduğu bilinmektedir. Söz konusu kültürel ögeler, bireyi kültürel değerlerin öngördüğü biçimine dönüştürebilmek için baskı aracı görevini üstlenirler. Yani kültürel değerler aracılığı ile toplumsallaşan birey, bu süreçten sağlıklı ya da sağlıksız bir biçimde etkilenebilir. Bireyin bu süreçten olumsuz etkilenmemesi için çeşitli tedbirlere başvurulabilir. Bilinebileceği gibi, insan yanılan bir varlıktır; toplumsallaşma süreci yaşayan birey de gerçekleri yanıla yanıla bulmaya çalışır, insanın bir aşamasını oluşturan gençler ise tecrübesiz oldukları için onlarda yanılma payı daha yüksek olarak gözlemlenir. Bu bağlamda halkımızın da ifade ettiği gibi, “Gençler hayalleri ile yaşlılar anıları ile yaşar” denilmiştir. Yani gençlik geleceğini kurgulamakta, yaşlı kuşak ise anılarını, deneyimlerini paylaşmak istemektedirler. Burada gençlerin deneyim kazanabilmelerinde tecrübeli ebeveynlere, öğretmenlere, konu üzerinde yetişmiş uzmanlara ve toplumsal kurumlardan aile, eğitim, ahlak ve din kurumlarına büyük görevler düşer.
 
Üst