Fatr, sözlükte yarmak, ilk ve örneksiz olarak icat etmek, yaratmak, doğmak anlamlarına gelir. Istılah olarak fıtrat, Allah’ın, varlıkları kendisini tanıyabilecek ve O’na iman edebilecek bir yetenekte yaratmış olması,[1] varlıkların da İslam’ı kabul edebilecek yeteneklerle donatılmış olması, insan topluluğu, ümmet,[2] Allah’ın dini/İslam,[3] Sıbğatullah,[4] yani Allah’ın istediği hayat tarzını yaşama, Allah’ın dosdoğru dini, varlıkların hak ve hakikati kabul edecek bir nitelikte yaratılmış olması, ilk yaratılışta her türlü hata ve sapıklıktan uzak olma hali,[5] varlıkların her türlü gelişim, büyüme ve yücelmeye kabiliyetli olabilecek tarzda ilk ve örneksiz olarak varlık sahasına çıkarılmış olmaları halidir.[6]Fıtrat, Allah’ın insanları onun üzerine yarattığı bir yaratılış modelidir.[7] Fıtratın, İslâmî terminolojideki diğer bir anlamı da “âdet ve sünnet”tir. Bütün peygamberlerin ve tahrif edilmemiş ilâhî dinlerin doğru ve güzel bulup benimsedikleri ve Müslümanların yapmaları gerekli olan dinî âdet ve uygulamalara da fıtrat denir. Fıtrat, beşerî varlığın Allah’ın yaratma fiili sonucunda ortaya çıkan başlangıçtaki saf ve aslî halidir.[8] “Fıtrat, yaratılışın ilk tarz ve hey’etini ifade eder.”[9] Fıtrat, Allah’ın her varlıkta ortaya koyduğu düzendir. İnsanın madden ve manen üzerinde yaratıldığı durumdur.[10] “Fıtrat, saf ve berrak yaratış ve yaratılış, gerçek ve katıksız bir tabiattır.”[11] Fıtrat, yaratılıştan gelen insanın özünün derinliklerinde mevcut olan, sonradan kazanılmayan ve insanın benliğinden ayrılmayan ilahi bir hakikattir. Fıtrat, varlık türlerinin ilk yaratılış esnasındaki temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan durumlarını ifade eder.[12] “Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve onu oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. Göklerin, yerin, insanların, hayvanların, bitkilerin yani her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Bilimde, teknolojide ve insan ilişkilerindeki temel kanunlar da bunlardır.”[13] Fıtrat, “özgün ilahi yaratılış,” “doğuştan gelen bir lekesizlik ve safvet, gizil bir iman ve ubudiyet yeteneğidir.”[14] Fıtrat, kendisinde hiçbir ayıp olmayan tertemiz, selim bir tabiat ve Allah’ın bütün varlık âleminin Rabbi olduğunu idrak yeteneğidir. Fıtrat, bütün varlıklarda mevcut olan ilahî bir nizamdır.[15] Fıtrat, gerçeğe meyletme yeteneğidir. Bu yetenek, kendisine seçme şansı tanındığı zaman kişiye “mutlak gerçeği” seçtirir. Böyle olmuyorsa, istidat deformasyona uğramış yani sonradan bozulmuştur.[16] Fıtratullah, “Allah’ın insanları döktüğü kalıbın adıdır; Sünnetullahtır, yani Allah’ın yaratma tarzıdır. Her şey buna bağlı olarak kendisine bir yol, bir mecra bulur. Allah’ın insanın varlık yapısına kodladığı veya insan fıtratına yerleştirdiği şeylerden hiç birisi boş, lüzumsuz, hedefsiz ve gayesiz değildir.[17] “Hiç kimsenin yokluğunu ileri süremeyeceği, doğuştan gelen bir kazançtır fıtratullah.”[18]
Fıtrat yasasına teslimiyet, uyum ve ahenk getirir. Zira bu, insanın gerçek doğasında var olanı idrak etmektir. Bunun tersi ise, uyumsuzluk ve ahenksizlik getirir. Çünkü bu, insanın gerçek doğası dışında olanı arzulamadır. O da mutsuzluk getirir.[19] Fıtrat, “insanın doğru ile yanlış, gerçek ile sahte/düzmece arasında ayrım yapabilmesine ve böylece Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkan veren, doğuştan edindiği sezgisel yeteneği ifade eder.”[20] Fıtratın doğru ile yanlışı ayırmamızı sağlayan ve doğuştan getirdiğimiz sezgisel yetenek olduğu anlamı ile vicdan arasında yakın bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Çünkü vicdanın da doğru ve yanlışı ayırma anlamında bir yetenek olduğunu vicdanla ilgili tanımları verirken daha önce belirtmiştik. Çağımızda birçok bilgin ve filozof, tarihî, sosyolojik, astronomik, matematiksel ve biyolojik araştırmaları sonucunda bu fıtratın, insanın yaratılışından gelen doğal eğilimi olduğunu kabul etmişlerdir.[21]
“İnsan, Allah’ın dinini kabul edebilecek bir yetenekte yaratılmıştır. Şayet bu salim yaratılış üzerine bırakılacak olursa o bunun gereklerini yerine getirir, ona göre yaşar ve bunun dışına çıkmaz. O bu yaratılış modelinden taklit ve insanlığı felaketlere sürükleyen birtakım afet ve belalar sebebiyle ayrılır. Fıtratın, her doğan çocuğun Allah’ı bilme ve onun varlığını ikrar etme olduğu da söylenmiştir. Kendisini yaratan bir yaratıcının olmadığını ikrar eden hiçbir kişiyi bulamazsın. Hatta bu yaratıcıya Allah isminin ötesinde bir isim verse veya O’nunla birlikte başka bir yaratıcıya ibadet etse bile.”[22]
Geçmişin kalıntılarından haberdar olmayan yani onlardan etkilenmemiş, hiçbir harici tesirle yüz yüze gelmemiş bir insana, bir İslam ve bir de başka dinler teklif edilse o kişi, kesinlikle İslam’ı seçecektir. Aynı genellemeyi Allah’ın kitabında yer alan diğer kanunlar, hükümler için de düşünebiliriz. Çünkü fıtrat, temizi ve güzeli sever. Bozulmalar, insanın kendi tercihi veya dış tesirlerle meydana gelmektedir.[23] “Allah, insanların kalplerini hakkı ve hakikati kabul etmeye yetenekli bir biçimde yaratmıştır. Tıpkı gözlerini ve kulaklarını, görülen ve duyulan şeyleri algılamaya yetenekli olarak yarattığı gibi.”[24] Bu tanımla vicdan arasında da bir ilişkinin olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü vicdan da da hakikati kabul, itiraf ve hakikate ulaşmaktan dolayı kalbimizde oluşan bir gönül hoşnutluğu söz konusudur.
Allah’ın rahmet eseridir ki insanları daha başlangıçta sağlam fıtrat üzere yaratmış, akıl, irade, hürriyet, kendi varlığımızda ve dışımızda ayetler, alametler koymuştur. Bununla da yetinmemiş peygamberler göndermek, kitaplar indirmek yoluyla da varlığına ve birliğine hidayet eylemiştir. Bütün bunlar, Allah’ın rahmet ve rızasına uymak, öfke ve azabına sebep olan hallerden kaçınmamız içindir. Yaratılıştan bizde mevcut olan iman ve fıtrat ışığı, dış faktörlerin yoğun baskısına rağmen, örtülen ve küllendirilen hakikate yöneltmektedir. Çünkü o fıtrat ışığı, Allah’tan gelmiştir. İşte bu nedenle ruhumuzdaki bu fıtri potansiyel Allah’ı bulabilir.[25]
Kur’an, insanın tertemiz bir varlık yapısıyla kâinat sahnesine çıktığını bildirir. Fıtratullah, dış amillerle yüz yüze gelinceye kadar lekesizdir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile kemalini bulur. Din fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki genel güvenceyi geliştirmek içindir. Her fert, bu olumsuz etkenler bulunmadığı sürece, bu tevhid liyakati üzere gelişir.[26] Peygamberimiz, her doğan çocuğun konuşma çağına kadar temiz bir fıtrat üzere olduğunu, sonradan bu fıtratın dış amillerle değiştiğini haber vermektedir.[27] Dış amiller, anne-baba, geniş anlamda “sosyal faktörler ve etkiler” veya “çevre”yi ifade etmektedir.[28]
“İnsanın yaratılışı, özgün haliyle selimdir, sağlıklıdır. Hakikati kavramaya, iletildiğinde kabul etmeye mütemayildir. Bu anlamda bütün insanlar, hakikati bir şekilde kavrama konusunda eşit şansla doğarlar. Sorun, fıtrat ile hakikat arasına giren itikadi, ahlaki ve kültürel engellerdir. İnsanın aceleci, tartışmaya eğilimli ve gözü doymaz tabiatına atıfta bulunan hadisler de,[29] aynı mesajı veren ayetlerle tam bir uyum içindedir ve insanın ahlaken olumsuz yönelişlere potansiyel olarak sahip olduğuna işaret etmektedir.” Yani insan çift kutupluluk içinde tavsif edilmektedir.[30]
Kâinattaki bütün varlıklar, Allah’ın kendileri için belirlediği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz. Varlıklarda olduğu gibi, insanın sahip olduğu organlarda da bir fıtrat (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsanın bütün temayüllerinde yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da fıtrat denir.[31]
İnsan fıtratında, bir hazine gibi saklı olan kabiliyetler mevcuttur. Bunların olgun meyvelerini kabrin ötesinde toplayabilmek için, bu dünyada o kabiliyetleri en yüksek bir şekilde inkişaf ettirmek gerekir. Maddî ve manevi bütün temizlik ve güzellik çabalarımız, hep ilk oluştan, doğuştan gelen bu saf, temiz ve güzel temelin muhafazasına yöneliktir.[32] İslâmî öğretiye göre insanın ilk yaratılış durumu, temiz ve günahsızdır. Fıtrat, gelişme ve olgunlaşmaya hazır ve elverişli, insan olmanın ve insanca yaşamanın gerektirdiği bütün imkân ve özellikleri bünyesinde taşıyan bir potansiyeldir. İnsan fıtratında Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaya doğru tabiî bir eğilim vardır. İslâm âlimleri genellikle, bu eğilimin ilk yaratılış anında insanla Allah arasında yapılmış temsilî sözleşme ile ilişkili olduğu kanaatindedirler.[33]
Din duygusu, insan fıtratının temel bir özelliğidir Ancak bu duygu, kendiliğinden uyanıp gelişmez. Çünkü insanda hazır bir Allah inancı değil, onu bu inanca götürecek kabiliyet ve imkânlar vardır. İnsan kendi iç dünyası veya dış âlem üzerinde derinlemesine yapacağı araştırma ve düşünme sayesinde veya çaresizlik ve sıkıntı içinde bocaladığı bir anda, bu duygunun belirtilerini ruhunda, vicdanında açıkça görebilir.[34] Fakat bu tabiî eğilimin kişilik çapında yapılanması ve kalıcı bir özellik halini alması, ciddi bir arayış ve çabayla birlikte, uygun bir çevrede gerçekleşebilir. Henüz dış tesirlerin olumsuz anlamda etkilemediği ve bozmadığı fıtratın yönü, hayra, iyiye ve Allah’ın birliğini tanımaya yöneliktir. Fıtratın belirleyici bir özelliği varsa da zorlayıcı bir etkisi yoktur. Bu yüzden sadece fıtrattaki bu eğilim, insanın gerçeğe ulaşması için yeterli görülmemiş, kitap ve peygamberler de gönderilmiştir.[35]
Fıtrat yasasına teslimiyet, uyum ve ahenk getirir. Zira bu, insanın gerçek doğasında var olanı idrak etmektir. Bunun tersi ise, uyumsuzluk ve ahenksizlik getirir. Çünkü bu, insanın gerçek doğası dışında olanı arzulamadır. O da mutsuzluk getirir.[19] Fıtrat, “insanın doğru ile yanlış, gerçek ile sahte/düzmece arasında ayrım yapabilmesine ve böylece Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkan veren, doğuştan edindiği sezgisel yeteneği ifade eder.”[20] Fıtratın doğru ile yanlışı ayırmamızı sağlayan ve doğuştan getirdiğimiz sezgisel yetenek olduğu anlamı ile vicdan arasında yakın bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Çünkü vicdanın da doğru ve yanlışı ayırma anlamında bir yetenek olduğunu vicdanla ilgili tanımları verirken daha önce belirtmiştik. Çağımızda birçok bilgin ve filozof, tarihî, sosyolojik, astronomik, matematiksel ve biyolojik araştırmaları sonucunda bu fıtratın, insanın yaratılışından gelen doğal eğilimi olduğunu kabul etmişlerdir.[21]
“İnsan, Allah’ın dinini kabul edebilecek bir yetenekte yaratılmıştır. Şayet bu salim yaratılış üzerine bırakılacak olursa o bunun gereklerini yerine getirir, ona göre yaşar ve bunun dışına çıkmaz. O bu yaratılış modelinden taklit ve insanlığı felaketlere sürükleyen birtakım afet ve belalar sebebiyle ayrılır. Fıtratın, her doğan çocuğun Allah’ı bilme ve onun varlığını ikrar etme olduğu da söylenmiştir. Kendisini yaratan bir yaratıcının olmadığını ikrar eden hiçbir kişiyi bulamazsın. Hatta bu yaratıcıya Allah isminin ötesinde bir isim verse veya O’nunla birlikte başka bir yaratıcıya ibadet etse bile.”[22]
Geçmişin kalıntılarından haberdar olmayan yani onlardan etkilenmemiş, hiçbir harici tesirle yüz yüze gelmemiş bir insana, bir İslam ve bir de başka dinler teklif edilse o kişi, kesinlikle İslam’ı seçecektir. Aynı genellemeyi Allah’ın kitabında yer alan diğer kanunlar, hükümler için de düşünebiliriz. Çünkü fıtrat, temizi ve güzeli sever. Bozulmalar, insanın kendi tercihi veya dış tesirlerle meydana gelmektedir.[23] “Allah, insanların kalplerini hakkı ve hakikati kabul etmeye yetenekli bir biçimde yaratmıştır. Tıpkı gözlerini ve kulaklarını, görülen ve duyulan şeyleri algılamaya yetenekli olarak yarattığı gibi.”[24] Bu tanımla vicdan arasında da bir ilişkinin olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü vicdan da da hakikati kabul, itiraf ve hakikate ulaşmaktan dolayı kalbimizde oluşan bir gönül hoşnutluğu söz konusudur.
Allah’ın rahmet eseridir ki insanları daha başlangıçta sağlam fıtrat üzere yaratmış, akıl, irade, hürriyet, kendi varlığımızda ve dışımızda ayetler, alametler koymuştur. Bununla da yetinmemiş peygamberler göndermek, kitaplar indirmek yoluyla da varlığına ve birliğine hidayet eylemiştir. Bütün bunlar, Allah’ın rahmet ve rızasına uymak, öfke ve azabına sebep olan hallerden kaçınmamız içindir. Yaratılıştan bizde mevcut olan iman ve fıtrat ışığı, dış faktörlerin yoğun baskısına rağmen, örtülen ve küllendirilen hakikate yöneltmektedir. Çünkü o fıtrat ışığı, Allah’tan gelmiştir. İşte bu nedenle ruhumuzdaki bu fıtri potansiyel Allah’ı bulabilir.[25]
Kur’an, insanın tertemiz bir varlık yapısıyla kâinat sahnesine çıktığını bildirir. Fıtratullah, dış amillerle yüz yüze gelinceye kadar lekesizdir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile kemalini bulur. Din fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki genel güvenceyi geliştirmek içindir. Her fert, bu olumsuz etkenler bulunmadığı sürece, bu tevhid liyakati üzere gelişir.[26] Peygamberimiz, her doğan çocuğun konuşma çağına kadar temiz bir fıtrat üzere olduğunu, sonradan bu fıtratın dış amillerle değiştiğini haber vermektedir.[27] Dış amiller, anne-baba, geniş anlamda “sosyal faktörler ve etkiler” veya “çevre”yi ifade etmektedir.[28]
“İnsanın yaratılışı, özgün haliyle selimdir, sağlıklıdır. Hakikati kavramaya, iletildiğinde kabul etmeye mütemayildir. Bu anlamda bütün insanlar, hakikati bir şekilde kavrama konusunda eşit şansla doğarlar. Sorun, fıtrat ile hakikat arasına giren itikadi, ahlaki ve kültürel engellerdir. İnsanın aceleci, tartışmaya eğilimli ve gözü doymaz tabiatına atıfta bulunan hadisler de,[29] aynı mesajı veren ayetlerle tam bir uyum içindedir ve insanın ahlaken olumsuz yönelişlere potansiyel olarak sahip olduğuna işaret etmektedir.” Yani insan çift kutupluluk içinde tavsif edilmektedir.[30]
Kâinattaki bütün varlıklar, Allah’ın kendileri için belirlediği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz. Varlıklarda olduğu gibi, insanın sahip olduğu organlarda da bir fıtrat (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsanın bütün temayüllerinde yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da fıtrat denir.[31]
İnsan fıtratında, bir hazine gibi saklı olan kabiliyetler mevcuttur. Bunların olgun meyvelerini kabrin ötesinde toplayabilmek için, bu dünyada o kabiliyetleri en yüksek bir şekilde inkişaf ettirmek gerekir. Maddî ve manevi bütün temizlik ve güzellik çabalarımız, hep ilk oluştan, doğuştan gelen bu saf, temiz ve güzel temelin muhafazasına yöneliktir.[32] İslâmî öğretiye göre insanın ilk yaratılış durumu, temiz ve günahsızdır. Fıtrat, gelişme ve olgunlaşmaya hazır ve elverişli, insan olmanın ve insanca yaşamanın gerektirdiği bütün imkân ve özellikleri bünyesinde taşıyan bir potansiyeldir. İnsan fıtratında Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaya doğru tabiî bir eğilim vardır. İslâm âlimleri genellikle, bu eğilimin ilk yaratılış anında insanla Allah arasında yapılmış temsilî sözleşme ile ilişkili olduğu kanaatindedirler.[33]
Din duygusu, insan fıtratının temel bir özelliğidir Ancak bu duygu, kendiliğinden uyanıp gelişmez. Çünkü insanda hazır bir Allah inancı değil, onu bu inanca götürecek kabiliyet ve imkânlar vardır. İnsan kendi iç dünyası veya dış âlem üzerinde derinlemesine yapacağı araştırma ve düşünme sayesinde veya çaresizlik ve sıkıntı içinde bocaladığı bir anda, bu duygunun belirtilerini ruhunda, vicdanında açıkça görebilir.[34] Fakat bu tabiî eğilimin kişilik çapında yapılanması ve kalıcı bir özellik halini alması, ciddi bir arayış ve çabayla birlikte, uygun bir çevrede gerçekleşebilir. Henüz dış tesirlerin olumsuz anlamda etkilemediği ve bozmadığı fıtratın yönü, hayra, iyiye ve Allah’ın birliğini tanımaya yöneliktir. Fıtratın belirleyici bir özelliği varsa da zorlayıcı bir etkisi yoktur. Bu yüzden sadece fıtrattaki bu eğilim, insanın gerçeğe ulaşması için yeterli görülmemiş, kitap ve peygamberler de gönderilmiştir.[35]