Bütün ilahi dinlerde mevcudiyetinden bahsedilen ve İslam’ın beş rüknünden biri olan namazın hikmet ve öneminden kısaca bahsedebilir misiniz?
Bütün dinlerde değişmeyen tek esas, tevhit inancıdır. Yani Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine tereddütsüz iman etmektir. Yine bütün ilahi dinlerde Allah’a imandan sonra insanlara bazı sorumluluklar yüklenmiştir ki bunların en başında namaz ibadeti gelmektedir. Namazların miktarı, şekli farklı olabilir ama namaz anlamına gelen ve aynı işlevi gören bir ibadet, dinin temel direği hüviyetinde her zaman var olagelmiştir.
İslam’ın temel direği kabul edilen ve günde beş defa kılmakla zorunlu olduğumuz ibadet olan namaz, insanı Allah’a en çok yaklaştıran, Resulüllah’ın (s.a.s.) “Amellerinizin en önemlisi namazdır.” (Muvatta, Tahâret, 6/36.) buyurduğu bir farizadır. Aynı zamanda “İnsanı günahlardan temizleyen bir ibadettir.” (Buhari, Mevâkît, 6.) “Mümini ahlaksızlıktan ve kötülüklerden koruyan bir kalkandır.” (Ankebût, 29/45.) buyurulmuştur. Müminin miracı olması münasebetiyle namaz, günde beş defa Allah’ın huzuruna varmak ya da her gün beş defa Cenab-ı Hak tarafından kabul edilmektir.
Allah Teâlâ, bütün âlemin, canlı ve cansız bütün varlıkların kendisini zikrettiğini ve O’na secde ettiklerini ayetlerle bildirmektedir. Bütün varlık âlemi, mahiyetini bizim anlayamayacağımız şekilde Cenab-ı Hakk’ı zikretmekte, O’na hamd ve secde etmektedir. Mahlûkatın efendisi olan “insan” da bu işi çok daha kapsamlı ve anlamlı bir şekilde namazda yerine getirir.
Namazı şekil ve mana diye ikiye ayıracak olursak onun şekil yönüne baktığımızda şunu görürüz: Mümin önce gerekli temizliğini yapar, elbisesinin ve namaz kılacağı yerin de tertemiz olduğunu gördükten sonra, tekbir getirerek ellerini kaldırır, dünyayı arkasına atarak namaza başlar. Emre amade bir kul edasıyla kamet bağlar, kıyamda durur, rükûya ve secdeye varır. Bu hâliyle mümin, kâinattaki bütün varlıkların hamdini ve zikrini sembolize etmektedir. Dağlar gibi dimdik ayakta durur, böylece dağların, ağaçların, nebatatın, ayakta duran ve cansız bildiğimiz bütün mevcudatın zikrini yansıtır.
Sonra “Allah, en büyüktür!” diyerek rükûya gider, orada “En büyük olan Allah’ın her türlü kusurdan ve noksanlıktan münezzeh olduğunu” itiraf ederek Rabbimizi zikreder ve iman tazeleriz. Bu sözü tam bir iman ve tasdik duygusuyla söylediğimizi göstermek için de en az üç kez tekrar ederiz. Rükûdan başımızı kaldırdığımızda, “Allah, kendisine hamd edeni mutlaka işitir.” diyerek, “Ey Rabbimiz! Bize ayağa kalkma gücünü verdiğin ve bizi hayvanlar gibi olmaktan kurtardığın için sana hamd olsun.” diye niyaz ederiz. Namazdaki rükû hâli, bir anlamda dört ayaklı hayvanların zikrini sembolize etmektedir.
Sonra yine “Allah, en büyüktür!” diyerek secdeye gider, Cenab-ı Hakk’ın huzurunda yerlere kapanır, orada da “En yüce olan Rabbimi her türlü kusurdan ve noksanlıktan tenzih ederim.” diyerek iman tazeleriz. Bu sözü de tam bir iman ve tasdik duygusuyla söylediğimizi göstermek için en az üç kez tekrar ederiz. Yine “Allah, en büyüktür!” diyerek secdeden kalkarız ama kulluğun Allah’a en yakın olan hâlini temsil eden secdeyi rastgele yapmadığımızı göstermek için yine tekbir alarak tekraren ve teyiden secdeye varırız. Aynı hamd ve zikrimizi secdede iken bir kez daha dile getiririz. Bütün bu hâllerimizde de Allah’a olan imanımızı ve imandaki sadakatimizi tazeleriz. Namazdaki secde hâli de bir anlamda yerde sürünerek dolaşan hayvanların zikir hâlini sembolize etmektedir.
Sonra bu yaptığımızın bir anlık ve rastgele bir şey olmadığını göstermek ve teyit etmek için aynı şeyleri her rekâtta tekrar ederiz. En sonunda teşehhüde oturur ve sanki veda hâli anlamını gösteren selamlaşma faslının arkasından kelime-i şehadeti okuyarak tekrar imanımızı tazeler, sonra dua ve niyaz ile Rabbimizle olan muhaveremizi tamamlayarak namazımızı bitirir ve “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi dileğiyle” selam verir, tekrar dünyaya döneriz. Bunu yaparken de sağa ve sola dönerek Allah’ın selamını, rahmetini ve bereketini hem sağ tarafındakiler hem de sol tarafındakiler için temenni eder. Namazımızı bitirip selam verince de, “Ey Allah’ım! Selam sensin ve selamet sendendir. Ey celâl ve ikram sahibi olan Allah’ım, sen mukaddes ve münezzehsin.” diyerek (Müslim, Mesâcid, 26/136; Tirmizi, Salât, 224/298.) Rabbimizle olan muhaveremizi, zikrimizi ve hamdimizi tamamlarız.
Her gün beş defa kıldığımız namazda esas olan huşu, hudû ve istiğraktır, her şeyi bir kenara koyarak Allah’ın huzuruna huşu ile durmaktır. Ama gaye sadece bu olsaydı, hiçbir fizikî harekete, kıyâma, rükûya, secdeye gerek olmazdı. Aksine tam bir hareketsizlik ve sükûn esas olmalıydı. Fakat durum böyle değildir. Çünkü Allah cesedi ve ruhu birlikte yaratmıştır. Bunların her ikisi varsa insan vardır. Öyleyse insanın her ikisiyle birlikte yani hem ruhî bir istiğrakla hem de bazı vücut hareketleriyle namaz kılması gerekir. Dinimiz bu birlikteliği namazda da gerçekleştirmektedir. Zaten İslam; din ve hayat, dünya ve ahiret, ruh ve ceset birliğini en mükemmel şekilde sağlayan bir dindir. İslam, Avrupalının anladığı gibi lâhûtî bir din değil, insanla yaratıcısı arasındaki münasebeti ve en geniş anlamıyla bütün hayatı tanzim eden bir dindir.
“Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten men eder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45.) ayetinden hareketle namazın ahlak üzerindeki etkisini anlatabilir misiniz?
Burada iki cümle önemlidir. Bunlardan birincisi, “Namaz insanı hayâsızlıktan ve kötülükten men eder.” cümlesidir. Önce şunu söyleyelim: Şartlarına tam olarak uyup kılınan namazın insanı kötülüklerden uzak tutacağını hem Allah hem de Hz. Peygamber söylemektedir. Bir müminin, bu söylenenlere tereddütsüz iman etme zorunluluğu vardır. Dolayısıyla bunun böyle olduğundan mümin asla şüphe etmez.
Sözünü ettiğiniz ayet-i kerime, eğer namazın dili olsaydı, insana hayâsızlıktan ve kötülüklerden uzak durması gerektiğini söyler ve onu bunlardan vazgeçirirdi manasına gelebilir. Böyle yorumlayan müfessirler vardır. “Allah sizi hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyması için namazı farz kılmıştır, dolayısıyla namazı farz kılmakla size lütufta bulunmuştur.” manasını veren müfessirler de vardır.
Bununla birlikte namazını hakkıyla kılan insanı, namazın kötülükten ve hayâsızlıktan koruyacağını akıl da kabul eder. Çünkü günün her vakit dönümünde yani güneş doğarken, zirvede iken, batmaya meylettiğinde, battığında ve harareti tamamen kaybolduğunda her gün defalarca Allah’ın huzuruna girip çıkan insanın, Allah’ın rızasına aykırı bir hayâsızlığı ve kötülüğü yapması makul değildir. Yaparsa tekrar Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaktır? Buna rağmen yine de yapıyorsa kıldığı namazın problemli olduğunu bilmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber: “Her kimin namazı, kendisini hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoymuyorsa o namaz o kişinin Allah’a uzaklığından başka bir şeyini artırmaz.” (Taberânî, Kebîr, XI, 54.) buyurmuştur.
İkincisi, “Allah’ı anmak her şeyden önemlidir.” cümlesidir. İbadetlerde esas olan Allah’ı anmaktır. O’nu zikretmek ve O’nunla sürekli irtibat hâlinde olmaktır. Bu hâl, hiç şüphesiz ibadetin kendisinden daha önemlidir. İbadetler vesiledir, amaç Allah’ı zikretmek, O’nu hiç aklından çıkarmamaktır. Çünkü sürekli Allah’ı anmak insanı kötülükten ve hayâsızlıktan korur. Namazların gün içerisine serpiştirilmesinin sebebi de bu sürekliliği korumak olsa gerektir. Her an Allah ile olmak, insandaki hayâsızlık ve kötülük dürtüsünü öldürür.
Hem bireysel hem de toplumsal olarak ifa edilen namazın insana yönelik psikolojik ve sosyolojik etkileri muhakkaktır. Bunlardan da söz edebilir misiniz?
İnsan, önemli bir şahsiyetin huzuruna varıp kendisiyle bir müddet sohbet ettikten sonra dışarı çıktığında en azından belli bir süre bu sohbetin etkisinde kalır. Konuşulanları düşünür, bunların doğru ve dikkat edilmesi gereken sözler olduğuna kanaat getirir. Namaz da bir yönüyle insanın, dünyayı arkasına atarak Allah ile buluşması anlamına gelen bir ibadettir. Bu hâl de her gün belli aralıklarla beş defa tekrarlanmakta, böylelikle sanki insanın Allah ile beraber olma hâlinin unutulmaması, sürekli canlı kalması sağlanmaktadır. Kendini her zaman Allah’ın huzurunda hisseden insan, bu hâlin etkisini kendi ahlakında ve davranışlarında mutlaka hisseder. Şimdi Allah’ın huzuruna varmakta, biraz sonra da huzurdan dışarı çıkmaktadır ve bu durum her gün defalarca sürekli tekrarlanmaktadır. Bu hâl mümini, hayatını Allah’ın rızasına göre yürütmeye mecbur bırakır. Ayrıca insana sokak terbiyesini de öğretir. Çünkü O’nun huzuruna giderken veya huzurdan çıkıp işine, evine dönerken O’nun rızasına aykırı bir davranışta bulunmaktan, hatta böyle bir düşünceyi içinden geçirmekten bile utanç duyar. Kendisiyle ve imanıyla tutarlı olabilmesi için mutlaka bu psikolojiyi vicdanen yaşar. İşte bireysel ve toplumsal açıdan en büyük kazanım budur.
Ayrıca namazları cemaatle kılmanın, tek başına kılmaktan yirmiyedi derece daha faziletli olduğunu biliriz. Cemaatle kılarken farklı bir şey yapmıyoruz, aynı şeyleri okuyor, aynı kıyam, rükû ve secdeleri yapıyoruz. Buradaki tek fark, toplumsal birlikteliktir yani dayanışma, sevinci ve kederi paylaşmadır. İnsan beş vakit aynı safta namaza durduğu birinin hâl ve hatırını sorar, sohbet eder, sıkıntıları varsa paylaşır, birlikte çare aramaya çalışır. İşte cemaatle namazın yirmiyedi kat faziletli olmasında toplumsal birlikteliğe katkısını görmek lazımdır.
Bütün dinlerde değişmeyen tek esas, tevhit inancıdır. Yani Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine tereddütsüz iman etmektir. Yine bütün ilahi dinlerde Allah’a imandan sonra insanlara bazı sorumluluklar yüklenmiştir ki bunların en başında namaz ibadeti gelmektedir. Namazların miktarı, şekli farklı olabilir ama namaz anlamına gelen ve aynı işlevi gören bir ibadet, dinin temel direği hüviyetinde her zaman var olagelmiştir.
İslam’ın temel direği kabul edilen ve günde beş defa kılmakla zorunlu olduğumuz ibadet olan namaz, insanı Allah’a en çok yaklaştıran, Resulüllah’ın (s.a.s.) “Amellerinizin en önemlisi namazdır.” (Muvatta, Tahâret, 6/36.) buyurduğu bir farizadır. Aynı zamanda “İnsanı günahlardan temizleyen bir ibadettir.” (Buhari, Mevâkît, 6.) “Mümini ahlaksızlıktan ve kötülüklerden koruyan bir kalkandır.” (Ankebût, 29/45.) buyurulmuştur. Müminin miracı olması münasebetiyle namaz, günde beş defa Allah’ın huzuruna varmak ya da her gün beş defa Cenab-ı Hak tarafından kabul edilmektir.
Allah Teâlâ, bütün âlemin, canlı ve cansız bütün varlıkların kendisini zikrettiğini ve O’na secde ettiklerini ayetlerle bildirmektedir. Bütün varlık âlemi, mahiyetini bizim anlayamayacağımız şekilde Cenab-ı Hakk’ı zikretmekte, O’na hamd ve secde etmektedir. Mahlûkatın efendisi olan “insan” da bu işi çok daha kapsamlı ve anlamlı bir şekilde namazda yerine getirir.
Namazı şekil ve mana diye ikiye ayıracak olursak onun şekil yönüne baktığımızda şunu görürüz: Mümin önce gerekli temizliğini yapar, elbisesinin ve namaz kılacağı yerin de tertemiz olduğunu gördükten sonra, tekbir getirerek ellerini kaldırır, dünyayı arkasına atarak namaza başlar. Emre amade bir kul edasıyla kamet bağlar, kıyamda durur, rükûya ve secdeye varır. Bu hâliyle mümin, kâinattaki bütün varlıkların hamdini ve zikrini sembolize etmektedir. Dağlar gibi dimdik ayakta durur, böylece dağların, ağaçların, nebatatın, ayakta duran ve cansız bildiğimiz bütün mevcudatın zikrini yansıtır.
Sonra “Allah, en büyüktür!” diyerek rükûya gider, orada “En büyük olan Allah’ın her türlü kusurdan ve noksanlıktan münezzeh olduğunu” itiraf ederek Rabbimizi zikreder ve iman tazeleriz. Bu sözü tam bir iman ve tasdik duygusuyla söylediğimizi göstermek için de en az üç kez tekrar ederiz. Rükûdan başımızı kaldırdığımızda, “Allah, kendisine hamd edeni mutlaka işitir.” diyerek, “Ey Rabbimiz! Bize ayağa kalkma gücünü verdiğin ve bizi hayvanlar gibi olmaktan kurtardığın için sana hamd olsun.” diye niyaz ederiz. Namazdaki rükû hâli, bir anlamda dört ayaklı hayvanların zikrini sembolize etmektedir.
Sonra yine “Allah, en büyüktür!” diyerek secdeye gider, Cenab-ı Hakk’ın huzurunda yerlere kapanır, orada da “En yüce olan Rabbimi her türlü kusurdan ve noksanlıktan tenzih ederim.” diyerek iman tazeleriz. Bu sözü de tam bir iman ve tasdik duygusuyla söylediğimizi göstermek için en az üç kez tekrar ederiz. Yine “Allah, en büyüktür!” diyerek secdeden kalkarız ama kulluğun Allah’a en yakın olan hâlini temsil eden secdeyi rastgele yapmadığımızı göstermek için yine tekbir alarak tekraren ve teyiden secdeye varırız. Aynı hamd ve zikrimizi secdede iken bir kez daha dile getiririz. Bütün bu hâllerimizde de Allah’a olan imanımızı ve imandaki sadakatimizi tazeleriz. Namazdaki secde hâli de bir anlamda yerde sürünerek dolaşan hayvanların zikir hâlini sembolize etmektedir.
Sonra bu yaptığımızın bir anlık ve rastgele bir şey olmadığını göstermek ve teyit etmek için aynı şeyleri her rekâtta tekrar ederiz. En sonunda teşehhüde oturur ve sanki veda hâli anlamını gösteren selamlaşma faslının arkasından kelime-i şehadeti okuyarak tekrar imanımızı tazeler, sonra dua ve niyaz ile Rabbimizle olan muhaveremizi tamamlayarak namazımızı bitirir ve “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi dileğiyle” selam verir, tekrar dünyaya döneriz. Bunu yaparken de sağa ve sola dönerek Allah’ın selamını, rahmetini ve bereketini hem sağ tarafındakiler hem de sol tarafındakiler için temenni eder. Namazımızı bitirip selam verince de, “Ey Allah’ım! Selam sensin ve selamet sendendir. Ey celâl ve ikram sahibi olan Allah’ım, sen mukaddes ve münezzehsin.” diyerek (Müslim, Mesâcid, 26/136; Tirmizi, Salât, 224/298.) Rabbimizle olan muhaveremizi, zikrimizi ve hamdimizi tamamlarız.
Her gün beş defa kıldığımız namazda esas olan huşu, hudû ve istiğraktır, her şeyi bir kenara koyarak Allah’ın huzuruna huşu ile durmaktır. Ama gaye sadece bu olsaydı, hiçbir fizikî harekete, kıyâma, rükûya, secdeye gerek olmazdı. Aksine tam bir hareketsizlik ve sükûn esas olmalıydı. Fakat durum böyle değildir. Çünkü Allah cesedi ve ruhu birlikte yaratmıştır. Bunların her ikisi varsa insan vardır. Öyleyse insanın her ikisiyle birlikte yani hem ruhî bir istiğrakla hem de bazı vücut hareketleriyle namaz kılması gerekir. Dinimiz bu birlikteliği namazda da gerçekleştirmektedir. Zaten İslam; din ve hayat, dünya ve ahiret, ruh ve ceset birliğini en mükemmel şekilde sağlayan bir dindir. İslam, Avrupalının anladığı gibi lâhûtî bir din değil, insanla yaratıcısı arasındaki münasebeti ve en geniş anlamıyla bütün hayatı tanzim eden bir dindir.
“Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten men eder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45.) ayetinden hareketle namazın ahlak üzerindeki etkisini anlatabilir misiniz?
Burada iki cümle önemlidir. Bunlardan birincisi, “Namaz insanı hayâsızlıktan ve kötülükten men eder.” cümlesidir. Önce şunu söyleyelim: Şartlarına tam olarak uyup kılınan namazın insanı kötülüklerden uzak tutacağını hem Allah hem de Hz. Peygamber söylemektedir. Bir müminin, bu söylenenlere tereddütsüz iman etme zorunluluğu vardır. Dolayısıyla bunun böyle olduğundan mümin asla şüphe etmez.
Sözünü ettiğiniz ayet-i kerime, eğer namazın dili olsaydı, insana hayâsızlıktan ve kötülüklerden uzak durması gerektiğini söyler ve onu bunlardan vazgeçirirdi manasına gelebilir. Böyle yorumlayan müfessirler vardır. “Allah sizi hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyması için namazı farz kılmıştır, dolayısıyla namazı farz kılmakla size lütufta bulunmuştur.” manasını veren müfessirler de vardır.
Bununla birlikte namazını hakkıyla kılan insanı, namazın kötülükten ve hayâsızlıktan koruyacağını akıl da kabul eder. Çünkü günün her vakit dönümünde yani güneş doğarken, zirvede iken, batmaya meylettiğinde, battığında ve harareti tamamen kaybolduğunda her gün defalarca Allah’ın huzuruna girip çıkan insanın, Allah’ın rızasına aykırı bir hayâsızlığı ve kötülüğü yapması makul değildir. Yaparsa tekrar Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaktır? Buna rağmen yine de yapıyorsa kıldığı namazın problemli olduğunu bilmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber: “Her kimin namazı, kendisini hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoymuyorsa o namaz o kişinin Allah’a uzaklığından başka bir şeyini artırmaz.” (Taberânî, Kebîr, XI, 54.) buyurmuştur.
İkincisi, “Allah’ı anmak her şeyden önemlidir.” cümlesidir. İbadetlerde esas olan Allah’ı anmaktır. O’nu zikretmek ve O’nunla sürekli irtibat hâlinde olmaktır. Bu hâl, hiç şüphesiz ibadetin kendisinden daha önemlidir. İbadetler vesiledir, amaç Allah’ı zikretmek, O’nu hiç aklından çıkarmamaktır. Çünkü sürekli Allah’ı anmak insanı kötülükten ve hayâsızlıktan korur. Namazların gün içerisine serpiştirilmesinin sebebi de bu sürekliliği korumak olsa gerektir. Her an Allah ile olmak, insandaki hayâsızlık ve kötülük dürtüsünü öldürür.
Hem bireysel hem de toplumsal olarak ifa edilen namazın insana yönelik psikolojik ve sosyolojik etkileri muhakkaktır. Bunlardan da söz edebilir misiniz?
İnsan, önemli bir şahsiyetin huzuruna varıp kendisiyle bir müddet sohbet ettikten sonra dışarı çıktığında en azından belli bir süre bu sohbetin etkisinde kalır. Konuşulanları düşünür, bunların doğru ve dikkat edilmesi gereken sözler olduğuna kanaat getirir. Namaz da bir yönüyle insanın, dünyayı arkasına atarak Allah ile buluşması anlamına gelen bir ibadettir. Bu hâl de her gün belli aralıklarla beş defa tekrarlanmakta, böylelikle sanki insanın Allah ile beraber olma hâlinin unutulmaması, sürekli canlı kalması sağlanmaktadır. Kendini her zaman Allah’ın huzurunda hisseden insan, bu hâlin etkisini kendi ahlakında ve davranışlarında mutlaka hisseder. Şimdi Allah’ın huzuruna varmakta, biraz sonra da huzurdan dışarı çıkmaktadır ve bu durum her gün defalarca sürekli tekrarlanmaktadır. Bu hâl mümini, hayatını Allah’ın rızasına göre yürütmeye mecbur bırakır. Ayrıca insana sokak terbiyesini de öğretir. Çünkü O’nun huzuruna giderken veya huzurdan çıkıp işine, evine dönerken O’nun rızasına aykırı bir davranışta bulunmaktan, hatta böyle bir düşünceyi içinden geçirmekten bile utanç duyar. Kendisiyle ve imanıyla tutarlı olabilmesi için mutlaka bu psikolojiyi vicdanen yaşar. İşte bireysel ve toplumsal açıdan en büyük kazanım budur.
Ayrıca namazları cemaatle kılmanın, tek başına kılmaktan yirmiyedi derece daha faziletli olduğunu biliriz. Cemaatle kılarken farklı bir şey yapmıyoruz, aynı şeyleri okuyor, aynı kıyam, rükû ve secdeleri yapıyoruz. Buradaki tek fark, toplumsal birlikteliktir yani dayanışma, sevinci ve kederi paylaşmadır. İnsan beş vakit aynı safta namaza durduğu birinin hâl ve hatırını sorar, sohbet eder, sıkıntıları varsa paylaşır, birlikte çare aramaya çalışır. İşte cemaatle namazın yirmiyedi kat faziletli olmasında toplumsal birlikteliğe katkısını görmek lazımdır.