Uyanık olduğumuz her an bilerek yahut bilmeyerek zihinsel hesaplamalar yaparız. İçinde olduğumuz anı, bir sonraki hamlemizin ne olması gerektiğini ve daha ötesini tahmin edebilmenin bizi zihnen rahatlatacağını düşünürüz çünkü. İnsani bir zaaf olarak, ya da belki bir nimet, sınırları netleştirilmemiş; şekli henüz belirmemiş olandan çekiniriz. Devamını ve neticesini kestirmekten uzak olduğumuz çoğu an, bizde korku uyandırır; bizi kendinden uzaklaştırır. Çünkü çoğu zaman belirsizlikle mücadele etmek istemeyiz. Peki belirsizlik, gönül rahatımıza bizim zannettiğimiz kadar düşman mıdır? İnsan, zihnindeki her boşluğu doldurmalı mıdır? Yoksa, ötesine ilişkin kaygılar beslemeye devam mı etmelidir? “Ne zaman” ve “ne kadar”ın peşini bırakıp “neden” ve “nasıl”ın sırrını keşfetmeye mi çalışmalıdır ilmek ilmek?
İnsan zihninin işleyiş mekanizması, olay, olgu ve başından geçenleri anlayabilmek için sebep ve sonuçlara ihtiyaç duyar. Hayat serüvenimize normal seyrinde devam edebilmemiz için içinden geçtiğimiz süreçlerin belli anlamları olmalı ve insan, bu anlamların sırrına vakıf olmalıdır. Gündelik hayatın getirdiklerini aşağı yukarı “Belli başlı sebepler bir araya gelsin, sonra da ayakları yere sağlam basan sonuçlar ortaya çıksın ki zihnimizde taşlar yerine otursun” mantığıyla karşılarız. Bu tarz bir düşünce sistemi kişide, sergilediği davranışın neticesini yordayabileceğine dair bir inanç geliştirir. Ve insan kendi kendine düşünür: Hareketimin neticesi olsa olsa “budur”. Fakat dünya çılgın bir gezegendir ve binbir türlü netice, ortaya çıkmak için yarışmaktadır. Uçuşan potansiyel neticelerin varlığıyla yüzleşmek insan iç aleminin turnikesinden “kaygı” adlı davetliyi içeri buyur eder.
Kaygı bozukluğuna sebep olan faktörlerden nörobiyolojik faktörlerin etkisi bağlamındaysa Korku Devresi ve çeşitli nörotransmiter maddelerin etkinliği ele alınmaktadır. Korku devresi, kişiler kaygı ya da korku hissettiği zaman ortaya çıkıp işlev gören bir dizi beyin yapısı olarak adlandırılmaktadır (Kring ve diğerleri, 2023). Kaygı bozukluklarında korku devresinin bölümlerinden biri olan Amigdala aktivitesi ön plandadır. Amigdala, korku devresinin diğer elemanlarına sinyal göndermektedir. Ayrıca kaygı bozukluğu halinde korku devresinde yer alan nörotransmiterlerin, olması gereken miktardan sapmaları da etkilidir.
Kişiliğin, kaygı bozukluğu meylini etkilemesi noktasında “davranışsal ketlenme” ve “nörotisizm” kavramları öne çıkmaktadır. Bebeklerin mizaç farkları, onların yeni bir durum veya kişi karşısında verdikleri tepkilerde gözlenebilmektedir. Örneğin yapılan araştırmalarda bazı bebeklerin yeni uyaranlara maruz kaldıklarında telaşlanıp ağlama eğilimi gösterdikleri tespit edilmiştir. Bu durum davranışsal ketlenme hali ile açıklanmaktadır. İlerleyen çalışmalarla da bu bebeklerin büyük çoğunluğunun, davranışsal ketlenme özelliği göstermeyen bebeklere nazaran gelecekte kaygı bozukluğuna yakalanma ihtimalinin yüksek olduğu saptanmıştır.
Kaygı bozukluğunun nedenleri arasında zikredilen bilişsel faktörlerden birkaçı da “geleceğe dair sürekli olumsuz inançlar besleme”, “algılanan kontrol eksikliği” ve “tehdit algılama” durumlarıdır. Gelecek hakkında süreğen bir olumsuz düşünme eğilimine sahip olma hali, kaygı bozukluğundan muzdarip olan kişilerin çoğunda gözlemlenmektedir ve genellikle kişiyi, farazi tehlikeyi önlemeye yönelik davranışlar sergilemeye yönlendirmektedir. Bu tip davranışlar “güvenlik davranışları” olarak adlandırılır ve güvenlik davranışları, olumsuz gelecek beklentilerini pekiştirmektedir.
Algılanan kontrol eksikliği de kişinin, çevre ve yaşantısı üzerinde kontrol sağlayamayacağına dair bir inanç beslemesi durumudur. Bu durum, geçmişte yaşanan travmatik olaylar, cezalandırıcı- kısıtlayıcı ebeveyn bünyesinde yetiştirilme, taciz vb. durumlara maruz kalma gibi faktörlerle ortaya çıkabilmektedir (Kring ve diğerleri, 2023). Kişinin, çevre ve kendi yaşantısı üzerinde herhangi bir kontrole sahip olamayacağını düşünmesi hali onda; kaygı bozukluğu gelişme riskini arttırabilmektedir.
Kaygı bozukluğunu beraberinde getirme potansiyeli olan bir diğer bilişsel faktör ise kişinin, ortamdaki olumsuzluklara daha çok dikkat ediyor olması anlamına gelen tehdit algılama durumudur. Kaygı bozukluğu yaşayan kişilerin, tehdit barındıran unsurları tespit etme noktasında diğer insanlara nazaran çoğunlukla daha başarılı oldukları gerçeği bazı araştırmalar neticesinde saptanmıştır.
Tüm bunların yanı sıra belirsizlik tahammülsüzlüğü, yoğun strese maruz kalma, yasaklı madde kullanımı, travmatik yaşam deneyimleri gibi birçok faktör, kişinin kaygı düzeyini etkilemektedir.
İnsan zihninin işleyiş mekanizması, olay, olgu ve başından geçenleri anlayabilmek için sebep ve sonuçlara ihtiyaç duyar. Hayat serüvenimize normal seyrinde devam edebilmemiz için içinden geçtiğimiz süreçlerin belli anlamları olmalı ve insan, bu anlamların sırrına vakıf olmalıdır. Gündelik hayatın getirdiklerini aşağı yukarı “Belli başlı sebepler bir araya gelsin, sonra da ayakları yere sağlam basan sonuçlar ortaya çıksın ki zihnimizde taşlar yerine otursun” mantığıyla karşılarız. Bu tarz bir düşünce sistemi kişide, sergilediği davranışın neticesini yordayabileceğine dair bir inanç geliştirir. Ve insan kendi kendine düşünür: Hareketimin neticesi olsa olsa “budur”. Fakat dünya çılgın bir gezegendir ve binbir türlü netice, ortaya çıkmak için yarışmaktadır. Uçuşan potansiyel neticelerin varlığıyla yüzleşmek insan iç aleminin turnikesinden “kaygı” adlı davetliyi içeri buyur eder.
- Peki Kaygı Nedir?

- Kaygı Kontrolden Çıkınca

- Kaygı Bozukluklarında Risk Faktörleri
Kaygı bozukluğuna sebep olan faktörlerden nörobiyolojik faktörlerin etkisi bağlamındaysa Korku Devresi ve çeşitli nörotransmiter maddelerin etkinliği ele alınmaktadır. Korku devresi, kişiler kaygı ya da korku hissettiği zaman ortaya çıkıp işlev gören bir dizi beyin yapısı olarak adlandırılmaktadır (Kring ve diğerleri, 2023). Kaygı bozukluklarında korku devresinin bölümlerinden biri olan Amigdala aktivitesi ön plandadır. Amigdala, korku devresinin diğer elemanlarına sinyal göndermektedir. Ayrıca kaygı bozukluğu halinde korku devresinde yer alan nörotransmiterlerin, olması gereken miktardan sapmaları da etkilidir.
Kişiliğin, kaygı bozukluğu meylini etkilemesi noktasında “davranışsal ketlenme” ve “nörotisizm” kavramları öne çıkmaktadır. Bebeklerin mizaç farkları, onların yeni bir durum veya kişi karşısında verdikleri tepkilerde gözlenebilmektedir. Örneğin yapılan araştırmalarda bazı bebeklerin yeni uyaranlara maruz kaldıklarında telaşlanıp ağlama eğilimi gösterdikleri tespit edilmiştir. Bu durum davranışsal ketlenme hali ile açıklanmaktadır. İlerleyen çalışmalarla da bu bebeklerin büyük çoğunluğunun, davranışsal ketlenme özelliği göstermeyen bebeklere nazaran gelecekte kaygı bozukluğuna yakalanma ihtimalinin yüksek olduğu saptanmıştır.

Kaygı bozukluğunun nedenleri arasında zikredilen bilişsel faktörlerden birkaçı da “geleceğe dair sürekli olumsuz inançlar besleme”, “algılanan kontrol eksikliği” ve “tehdit algılama” durumlarıdır. Gelecek hakkında süreğen bir olumsuz düşünme eğilimine sahip olma hali, kaygı bozukluğundan muzdarip olan kişilerin çoğunda gözlemlenmektedir ve genellikle kişiyi, farazi tehlikeyi önlemeye yönelik davranışlar sergilemeye yönlendirmektedir. Bu tip davranışlar “güvenlik davranışları” olarak adlandırılır ve güvenlik davranışları, olumsuz gelecek beklentilerini pekiştirmektedir.
Algılanan kontrol eksikliği de kişinin, çevre ve yaşantısı üzerinde kontrol sağlayamayacağına dair bir inanç beslemesi durumudur. Bu durum, geçmişte yaşanan travmatik olaylar, cezalandırıcı- kısıtlayıcı ebeveyn bünyesinde yetiştirilme, taciz vb. durumlara maruz kalma gibi faktörlerle ortaya çıkabilmektedir (Kring ve diğerleri, 2023). Kişinin, çevre ve kendi yaşantısı üzerinde herhangi bir kontrole sahip olamayacağını düşünmesi hali onda; kaygı bozukluğu gelişme riskini arttırabilmektedir.
Kaygı bozukluğunu beraberinde getirme potansiyeli olan bir diğer bilişsel faktör ise kişinin, ortamdaki olumsuzluklara daha çok dikkat ediyor olması anlamına gelen tehdit algılama durumudur. Kaygı bozukluğu yaşayan kişilerin, tehdit barındıran unsurları tespit etme noktasında diğer insanlara nazaran çoğunlukla daha başarılı oldukları gerçeği bazı araştırmalar neticesinde saptanmıştır.
Tüm bunların yanı sıra belirsizlik tahammülsüzlüğü, yoğun strese maruz kalma, yasaklı madde kullanımı, travmatik yaşam deneyimleri gibi birçok faktör, kişinin kaygı düzeyini etkilemektedir.
- Kaygı Bozukluklarının Tedavi Edilmesi