İnsanların en çok merak ettiği ve sorduğu soruların başında “kabir azabının olup olmadığı, varsa nasıl olduğu” sorusu gelmektedir. Okumayı, öğrenmeyi, soru sormayı, kendini yenilemeyi ve geliştirmeyi bir kenara bırakan kimi hocalar bu sorulara muknî cevaplar verememekte, aklını kullananların sordukları sorular karşısında bocalamakta, kızmakta, küplere binmekte, hızlarını alamayarak bu soruları soranlara hakaretler yağdırmakta ama dönüp kendilerine hiç mi hiç bakmamakta ve kendilerini sorgulamamaktadır.
Maalesef bu din tüccarları/çakma ilahiyatçılar/hoca müsveddeleri Kur’ân ve sahih sünnetin ilkelerini rehber edinmeden, İsrâiliyat, Mesîhiyat, Mecusiyat, mevzû hadis, mitoloji ve masalları referans almakta, insanları yalan yanlış bilgilerle uyutmakta ve çırpındıkça daha da batmaktadır. Bu tipler muhataplarının ısrarlı soruları karşısında sıkışınca; “Biz de zaten kabir azabının bedene değil ruha olduğu söylüyoruz” diyerek kıvırtmakta, ancak sonrasında yine bildiklerini okumaya, uydurma rivayetlere sarılmaya, “kabir azabının hem bedene hem de ruha” olduğu yalanını söylemeye ve insanları saçma sapan bilgilerle oyalamaya/yanıltmaya/kandırmaya/uyutmaya/avutmaya devam etmektedir.
Oysa hakikat tektir ve onun da ortaya konulması elzemdir. Açık ve net konuşmayan, insanların sorduğu sorulara doğru ve ikna edici cevaplar vermeyen, tebliği en güzel surette yapmayan[1] bu zavallılar ne kadar büyük bir vebalin altına girdiklerini bir türlü fark edememekte, üstelik kendilerini uyaranları da “zındıklıkla”, “kâfirlikle”, “sapıklıkla”, “itikadı bozuk”, “sünnet düşmanı” veya “hadis inkârcısı” olmakla suçlamaktadır. Oysa akıllarını rafa kaldırmış bu tipler kızmayı ve hakaret etmeyi bir kenara bırakmalı, zamanlarını bu sorulara cevap vermeye ayırmalı, doğru cevapları bulmak için uykusuz kalmalı, kafa zonklatmalı ve beyin fırtınası yapmalıdır. Çünkü kendisine ve bilgisine güvenen bir âlim, hakaretin değil sağlam bilginin peşinde koşar; insanlara anlayacakları dille hitap eder; kızmadan ve bağırmadan düşüncesini “sağlam delillerle” ortaya koyar ve nihai kararı da okuyucularına/muhataplarına bırakır.
Nitekim muhatapları onlara şu tür sorular sormakta ve bunlara ikna edici ve inandırıcı cevaplar beklemektedir:
“Eğer kabirde bedene bir azap söz konusu ise Batılı ülkelerdeki bazı müzelerde cam fanuslar içinde mumyalanmış halde yatan eski liderlere/diktatörlere neden hiçbir şey olmuyor? Bu adamları camdan yapılmış kabirleri hiç sıkmıyor, kemiklerini çatırdatmıyor? Neden bu kimselerin bedenlerine yapılmış veya yapılmakta olan bir azabın izleri hiç görülmüyor? Hani kabir azabı hem bedene hem de ruha olacaktı? Kabir yerin altında değil de cam fanustan olunca ve ceset müzede sergilenince insanları ikna etmek zor mu oluyor? Bu soruya anlaşılır bir şekilde cevap verir misiniz?”
“Orta Asya’nın bazı ülkelerinde insanlar yakılıp kül ediliyor, bazı Batılı ülkelerde de bir kısım kimseler son derece gelişmiş fırınlarda hem de yüksek ücretler karşılığında yakılıp kül ediliyor ve küçük bir kavanozda külleri yakınlarına veriliyor. Onlar da bu kavanozu evlerindeki vitrinlere koyuyor ve yakınlarının hatırasını böylece yaşatıyor. Pekâlâ, bu kül olan ya da külleri nehirlere savrulan insanlara kabir azabı var mıdır? Varsa nasıldır? Kül olmuş adama/kadına kabir azabı nasıl olmaktadır? Bunlar kül olup gittiler, bu hakikat apaçık ortada iken azabı tadan nedir? Beden ortada olmadığına göre azap kime yapılmaktadır? Cevap verir misiniz?”
“Bazen yolcu uçakları denize çakılıyor, yüzlerce insanın cesedi köpek balıkları veya diğer küçük balıklar tarafından yeniliyor; ortada beden falan kalmıyor. Pekâlâ, bu insanlara kabir azabı var mıdır? Bunlara sorgu sual var mıdır? Varsa nasıl vardır? ‘Ölen kişinin ruhu yeniden kabre gelip, cesede girer ve kendisine sorulan sorulara cevap verir’ deniliyor? Pekâlâ, bedenini balıkların yediği kesin olan ve cesedi bulunamayan bu adamın ruhu eğer tekrar dünyaya geliyorsa, geldiğinde o ruh nereye giriyor? Adam balığın karnında erimiş yok olmuş, ortada beden falan kalmamış. Öyleyse ruhun geri geldiğine dair sağlam delilleriniz nelerdir? İslam dini bu konuda ne diyor? Açıklar mısınız lütfen?”
“Bir şehre atom bombası atılıyor binlerce kişi aşırı sıcaktan veya şiddetli basınçtan dolayı yok oluyor; ortada beden falan kalmıyor. Pekâlâ, bu insanlara kabir azabı var mıdır? Bunlara sorgu sual var mıdır? Varsa nasıldır? Ayrıca kabirde sorulacağı iddia edilen bu dört soru (Rabbin kim? Peygamberin kim? Dinin ne? Kitabın ne?) nereden çıktı? Böyle soruları ölmüş birine sormaya gerek var mıdır? Ölmüş kişi bahse konu soruları bilse ne olur, bilmese ne olur? Zaten melekler o adamın yaptıklarını en güzel şekilde kaydetmediler mi? O adamın yapıp ettikleri zaten belli değil mi?”[2] “Yoksa siz kaydın mükemmel bir şekilde yapıldığını haber veren âyetlere rağmen bundan şüphe mi ediyorsunuz?”, “Öyleyse kabirde böyle soruların sorulacağı iddiası Kur’ân’a göre temelsiz değil midir? Kaldı ki ahiret günü insanlara “dünyadayken neleri yaptıkları” değil, “niçin öyle yaptıkları, neden gerçeğin peşinde koşmadıkları, neden akıllarını kullanmadıkları, niçin peygamberlere ittiba etmedikleri, neden Allah’ın âyetlerini alay konusu ettikleri, neden Allah’tan başka varlıklara taptıkları, neden O’na şirk koştukları” sorulmayacak mıdır? Nitekim onlar yaptıklarını inkâra yeltendiklerinde tutulan bu kayıtlar ortaya konulmayacak mıdır? Şahitler şahitliği eksiksiz yapmayacak mıdır? Elleri, ayakları, gözleri, kulakları, derileri/tenleri aleyhlerine şahitlik etmeyecek midir?[3]
“Bazen bir uzay mekiği içindeki astronotlarla uzaya çıkarken yakıt tankı atmosferdeki aşırı sürtünme sonucu infilak ediyor ve bütün astronotlar ölüyor, bedenleri yanıp kül oluyor? Pekâlâ, bu şekilde ölen insanlara kabir azabı var mıdır? Bedenleri tamamen yok olan bu insanlara sorgu sual var mıdır? Varsa, nasıl vardır? Çünkü ortada beden falan yok sadece sembolik tabutlar ve cenaze töreni var.”
“Bir yanardağ faaliyete geçiyor, şiddetli bir patlama oluyor, dağın etrafındakiler daha kaçmaya fırsat bulamadan toz ve kül bulutları arasında kalıyor ve bazıları sıcaklığı binlerce dereceyi bulan lavların altında eriyip yok oluyor. Pekâlâ, bu şekilde ölen ve eriyen insanlara kabir azabı var mıdır? Bunlara sorgu sual var mıdır? Varsa nasıl vardır? Ölen kişinin ruhu iddiaya göre eğer yeniden dünyaya dönüyorsa girecek bir beden bulabiliyor mu? Sahi ölen kişinin ruhunun tekrar dünyaya döndüğüne ve cesede girdiğine dair delilleriniz nelerdir? Bu iddianızı hangi “âyetlere ve sahih hadise” dayandırıyorsunuz? Yoksa bu konudaki delilleriniz zayıf ve uydurma rivâyetler midir? Pekâlâ, kaynağı meçhul rivâyetleri “hadis” diye naklederken Hz. Peygamber’e iftira attığınızın, onun söylemediği bir sözü ona isnad ettiğinizin ve insanları yanılttığınızın farkında mısınız? Hz. Peygamber’in kendisine yalan isnad edenlerle ilgili “Cehennemdeki yerlerine hazırlansınlar!”[4] uyarısını ne yapacaksınız? Yoksa siz de bu kategoriye girdiğiniz/girebileceğiniz ihtimalini devre dışı mı bırakıyorsunuz? Siz neyinize güveniyorsunuz? Neden Hz. Muhammed’in otoritesini istismar ediyorsunuz? Neden İslâm’ı yanlış tanıtıyorsunuz? Neden insanları kandırıyorsunuz?”
“Asırlar önce ölmüş adamların/kadınların mezarlarındaki kemikleri çürüyor, un ufak, toz toprak oluyor. Eğer iddia edildiği üzere ölen kimselerin bedenlerine de kabir azabı olacak idiyse bu insanların acıyı defalarca tatmaları için bu bedenlerin tekrar tekrar yaratılmaları gerekmez miydi? Acaba kemikleri çürüyen bu insanlar “kabirde bedenin göreceği azaptan” bir müddet sonra bu şekilde kurtulmuş mu oluyorlar? Kemikler çürüyünce azaptan muaf mı oluyorlar? Zira Kur’ân, cehennemi hak edenlerin oraya girdiklerinde “azabı”tekrar tekrar tatmaları için derilerinin yenileceğini haber vermektedir.[5] Dolayısıyla eğer ortada “bir azap” varsa ve kabirde de “azabın” olacağı iddia ediliyorsa bu yenilenmenin kabirde de aynendevam etmesi gerekmez mi? Zira akl-ı selim, insanoğluna bunu söylemez mi? Bu bakımdan“kabir azabının” cesede sürekli olduğunu iddia edenler çürümüş ve toprak olmuş kemikler konusuna da bir açıklık getirmek zorunda değiller mi? Bu kimseler eğer kabir azabının “bedene” de sürekli olduğunu iddia ediyorlarsa bu kemiklerin hiç çürümemesi veya çürümüş kemiklerin yeniden yaratılması gerekmez mi? Yoksa kemikler çürüyünce kabirde bedene yapılmakta olan “azap” ortadan mı kalkıyor? Bu çelişkiyi nasıl izah edeceksiniz?” (Bu arada şunu hemen belirtelim ki, ikinci sûr üfürülünce çürümüş bütün kemiklerin yeniden diriltileceği apaçık bir hakikattir. Konuyla ilgili şu âyetlere bakılabilir: Yasin 36/78-79; Kıyâme 75/3-4; Naziât 79/11-14. Çürümüş kemiklerin yeniden yaratılması hususu elbette şu an konumuzun dışındadır; ancak bazı sefihler; “Adam çürümüş kemiklerin yeniden diriltileceğini inkâr ediyor” demesin diye bu açıklamayı yapmak zorunda kaldık. Çünkü “öküzün altında buzağı arayan öküzler” her dönemde olmuştur; görünen o ki çağımızda da müslümanlar arasında bunların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur…)
Kanaatimizce İslam âlimi olduğunu iddia eden, din adına ahkâm kesen sözde akademisyen, şeyh, molla, hoca efendi, mürşit, müftü, vaiz, imam, mevlithan, Kur’ân Kursu öğreticisi, din dersi öğretmeni, dede, baba, ahunt veya topluma dinî sunum yapanların tamamı aldıkları maaşı/ücreti helal ettirebilmek için yukarıdaki sorulara ve daha nicelerine “açık, net ve anlaşılır cevaplar” vermek zorundadır. Bu soruları cevaplayamadıkları ve genç nesillerin birer birer deizme, ateizme, satanizme veya değişik “izm”lere kapılmalarına neden oldukları halde nasıl olurda bunlar başlarını yastığa rahat koyabilmektedir? Bu vicdansızlar sorumlu olacaklarını hiç bilmezler midir? Bu hoca müsveddeleri neden hâlâ akıllarını kullanmak istemez ve hatada ısrar ederler?
Maalesef bu din tüccarları/çakma ilahiyatçılar/hoca müsveddeleri Kur’ân ve sahih sünnetin ilkelerini rehber edinmeden, İsrâiliyat, Mesîhiyat, Mecusiyat, mevzû hadis, mitoloji ve masalları referans almakta, insanları yalan yanlış bilgilerle uyutmakta ve çırpındıkça daha da batmaktadır. Bu tipler muhataplarının ısrarlı soruları karşısında sıkışınca; “Biz de zaten kabir azabının bedene değil ruha olduğu söylüyoruz” diyerek kıvırtmakta, ancak sonrasında yine bildiklerini okumaya, uydurma rivayetlere sarılmaya, “kabir azabının hem bedene hem de ruha” olduğu yalanını söylemeye ve insanları saçma sapan bilgilerle oyalamaya/yanıltmaya/kandırmaya/uyutmaya/avutmaya devam etmektedir.
Oysa hakikat tektir ve onun da ortaya konulması elzemdir. Açık ve net konuşmayan, insanların sorduğu sorulara doğru ve ikna edici cevaplar vermeyen, tebliği en güzel surette yapmayan[1] bu zavallılar ne kadar büyük bir vebalin altına girdiklerini bir türlü fark edememekte, üstelik kendilerini uyaranları da “zındıklıkla”, “kâfirlikle”, “sapıklıkla”, “itikadı bozuk”, “sünnet düşmanı” veya “hadis inkârcısı” olmakla suçlamaktadır. Oysa akıllarını rafa kaldırmış bu tipler kızmayı ve hakaret etmeyi bir kenara bırakmalı, zamanlarını bu sorulara cevap vermeye ayırmalı, doğru cevapları bulmak için uykusuz kalmalı, kafa zonklatmalı ve beyin fırtınası yapmalıdır. Çünkü kendisine ve bilgisine güvenen bir âlim, hakaretin değil sağlam bilginin peşinde koşar; insanlara anlayacakları dille hitap eder; kızmadan ve bağırmadan düşüncesini “sağlam delillerle” ortaya koyar ve nihai kararı da okuyucularına/muhataplarına bırakır.
Nitekim muhatapları onlara şu tür sorular sormakta ve bunlara ikna edici ve inandırıcı cevaplar beklemektedir:
“Eğer kabirde bedene bir azap söz konusu ise Batılı ülkelerdeki bazı müzelerde cam fanuslar içinde mumyalanmış halde yatan eski liderlere/diktatörlere neden hiçbir şey olmuyor? Bu adamları camdan yapılmış kabirleri hiç sıkmıyor, kemiklerini çatırdatmıyor? Neden bu kimselerin bedenlerine yapılmış veya yapılmakta olan bir azabın izleri hiç görülmüyor? Hani kabir azabı hem bedene hem de ruha olacaktı? Kabir yerin altında değil de cam fanustan olunca ve ceset müzede sergilenince insanları ikna etmek zor mu oluyor? Bu soruya anlaşılır bir şekilde cevap verir misiniz?”
“Orta Asya’nın bazı ülkelerinde insanlar yakılıp kül ediliyor, bazı Batılı ülkelerde de bir kısım kimseler son derece gelişmiş fırınlarda hem de yüksek ücretler karşılığında yakılıp kül ediliyor ve küçük bir kavanozda külleri yakınlarına veriliyor. Onlar da bu kavanozu evlerindeki vitrinlere koyuyor ve yakınlarının hatırasını böylece yaşatıyor. Pekâlâ, bu kül olan ya da külleri nehirlere savrulan insanlara kabir azabı var mıdır? Varsa nasıldır? Kül olmuş adama/kadına kabir azabı nasıl olmaktadır? Bunlar kül olup gittiler, bu hakikat apaçık ortada iken azabı tadan nedir? Beden ortada olmadığına göre azap kime yapılmaktadır? Cevap verir misiniz?”
“Bazen yolcu uçakları denize çakılıyor, yüzlerce insanın cesedi köpek balıkları veya diğer küçük balıklar tarafından yeniliyor; ortada beden falan kalmıyor. Pekâlâ, bu insanlara kabir azabı var mıdır? Bunlara sorgu sual var mıdır? Varsa nasıl vardır? ‘Ölen kişinin ruhu yeniden kabre gelip, cesede girer ve kendisine sorulan sorulara cevap verir’ deniliyor? Pekâlâ, bedenini balıkların yediği kesin olan ve cesedi bulunamayan bu adamın ruhu eğer tekrar dünyaya geliyorsa, geldiğinde o ruh nereye giriyor? Adam balığın karnında erimiş yok olmuş, ortada beden falan kalmamış. Öyleyse ruhun geri geldiğine dair sağlam delilleriniz nelerdir? İslam dini bu konuda ne diyor? Açıklar mısınız lütfen?”
“Bir şehre atom bombası atılıyor binlerce kişi aşırı sıcaktan veya şiddetli basınçtan dolayı yok oluyor; ortada beden falan kalmıyor. Pekâlâ, bu insanlara kabir azabı var mıdır? Bunlara sorgu sual var mıdır? Varsa nasıldır? Ayrıca kabirde sorulacağı iddia edilen bu dört soru (Rabbin kim? Peygamberin kim? Dinin ne? Kitabın ne?) nereden çıktı? Böyle soruları ölmüş birine sormaya gerek var mıdır? Ölmüş kişi bahse konu soruları bilse ne olur, bilmese ne olur? Zaten melekler o adamın yaptıklarını en güzel şekilde kaydetmediler mi? O adamın yapıp ettikleri zaten belli değil mi?”[2] “Yoksa siz kaydın mükemmel bir şekilde yapıldığını haber veren âyetlere rağmen bundan şüphe mi ediyorsunuz?”, “Öyleyse kabirde böyle soruların sorulacağı iddiası Kur’ân’a göre temelsiz değil midir? Kaldı ki ahiret günü insanlara “dünyadayken neleri yaptıkları” değil, “niçin öyle yaptıkları, neden gerçeğin peşinde koşmadıkları, neden akıllarını kullanmadıkları, niçin peygamberlere ittiba etmedikleri, neden Allah’ın âyetlerini alay konusu ettikleri, neden Allah’tan başka varlıklara taptıkları, neden O’na şirk koştukları” sorulmayacak mıdır? Nitekim onlar yaptıklarını inkâra yeltendiklerinde tutulan bu kayıtlar ortaya konulmayacak mıdır? Şahitler şahitliği eksiksiz yapmayacak mıdır? Elleri, ayakları, gözleri, kulakları, derileri/tenleri aleyhlerine şahitlik etmeyecek midir?[3]
“Bazen bir uzay mekiği içindeki astronotlarla uzaya çıkarken yakıt tankı atmosferdeki aşırı sürtünme sonucu infilak ediyor ve bütün astronotlar ölüyor, bedenleri yanıp kül oluyor? Pekâlâ, bu şekilde ölen insanlara kabir azabı var mıdır? Bedenleri tamamen yok olan bu insanlara sorgu sual var mıdır? Varsa, nasıl vardır? Çünkü ortada beden falan yok sadece sembolik tabutlar ve cenaze töreni var.”
“Bir yanardağ faaliyete geçiyor, şiddetli bir patlama oluyor, dağın etrafındakiler daha kaçmaya fırsat bulamadan toz ve kül bulutları arasında kalıyor ve bazıları sıcaklığı binlerce dereceyi bulan lavların altında eriyip yok oluyor. Pekâlâ, bu şekilde ölen ve eriyen insanlara kabir azabı var mıdır? Bunlara sorgu sual var mıdır? Varsa nasıl vardır? Ölen kişinin ruhu iddiaya göre eğer yeniden dünyaya dönüyorsa girecek bir beden bulabiliyor mu? Sahi ölen kişinin ruhunun tekrar dünyaya döndüğüne ve cesede girdiğine dair delilleriniz nelerdir? Bu iddianızı hangi “âyetlere ve sahih hadise” dayandırıyorsunuz? Yoksa bu konudaki delilleriniz zayıf ve uydurma rivâyetler midir? Pekâlâ, kaynağı meçhul rivâyetleri “hadis” diye naklederken Hz. Peygamber’e iftira attığınızın, onun söylemediği bir sözü ona isnad ettiğinizin ve insanları yanılttığınızın farkında mısınız? Hz. Peygamber’in kendisine yalan isnad edenlerle ilgili “Cehennemdeki yerlerine hazırlansınlar!”[4] uyarısını ne yapacaksınız? Yoksa siz de bu kategoriye girdiğiniz/girebileceğiniz ihtimalini devre dışı mı bırakıyorsunuz? Siz neyinize güveniyorsunuz? Neden Hz. Muhammed’in otoritesini istismar ediyorsunuz? Neden İslâm’ı yanlış tanıtıyorsunuz? Neden insanları kandırıyorsunuz?”
“Asırlar önce ölmüş adamların/kadınların mezarlarındaki kemikleri çürüyor, un ufak, toz toprak oluyor. Eğer iddia edildiği üzere ölen kimselerin bedenlerine de kabir azabı olacak idiyse bu insanların acıyı defalarca tatmaları için bu bedenlerin tekrar tekrar yaratılmaları gerekmez miydi? Acaba kemikleri çürüyen bu insanlar “kabirde bedenin göreceği azaptan” bir müddet sonra bu şekilde kurtulmuş mu oluyorlar? Kemikler çürüyünce azaptan muaf mı oluyorlar? Zira Kur’ân, cehennemi hak edenlerin oraya girdiklerinde “azabı”tekrar tekrar tatmaları için derilerinin yenileceğini haber vermektedir.[5] Dolayısıyla eğer ortada “bir azap” varsa ve kabirde de “azabın” olacağı iddia ediliyorsa bu yenilenmenin kabirde de aynendevam etmesi gerekmez mi? Zira akl-ı selim, insanoğluna bunu söylemez mi? Bu bakımdan“kabir azabının” cesede sürekli olduğunu iddia edenler çürümüş ve toprak olmuş kemikler konusuna da bir açıklık getirmek zorunda değiller mi? Bu kimseler eğer kabir azabının “bedene” de sürekli olduğunu iddia ediyorlarsa bu kemiklerin hiç çürümemesi veya çürümüş kemiklerin yeniden yaratılması gerekmez mi? Yoksa kemikler çürüyünce kabirde bedene yapılmakta olan “azap” ortadan mı kalkıyor? Bu çelişkiyi nasıl izah edeceksiniz?” (Bu arada şunu hemen belirtelim ki, ikinci sûr üfürülünce çürümüş bütün kemiklerin yeniden diriltileceği apaçık bir hakikattir. Konuyla ilgili şu âyetlere bakılabilir: Yasin 36/78-79; Kıyâme 75/3-4; Naziât 79/11-14. Çürümüş kemiklerin yeniden yaratılması hususu elbette şu an konumuzun dışındadır; ancak bazı sefihler; “Adam çürümüş kemiklerin yeniden diriltileceğini inkâr ediyor” demesin diye bu açıklamayı yapmak zorunda kaldık. Çünkü “öküzün altında buzağı arayan öküzler” her dönemde olmuştur; görünen o ki çağımızda da müslümanlar arasında bunların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur…)
Kanaatimizce İslam âlimi olduğunu iddia eden, din adına ahkâm kesen sözde akademisyen, şeyh, molla, hoca efendi, mürşit, müftü, vaiz, imam, mevlithan, Kur’ân Kursu öğreticisi, din dersi öğretmeni, dede, baba, ahunt veya topluma dinî sunum yapanların tamamı aldıkları maaşı/ücreti helal ettirebilmek için yukarıdaki sorulara ve daha nicelerine “açık, net ve anlaşılır cevaplar” vermek zorundadır. Bu soruları cevaplayamadıkları ve genç nesillerin birer birer deizme, ateizme, satanizme veya değişik “izm”lere kapılmalarına neden oldukları halde nasıl olurda bunlar başlarını yastığa rahat koyabilmektedir? Bu vicdansızlar sorumlu olacaklarını hiç bilmezler midir? Bu hoca müsveddeleri neden hâlâ akıllarını kullanmak istemez ve hatada ısrar ederler?