(DİKKAT! DİKKAT! BİR KEZ DAHA DİKKAT!)
Öyle ki Hıra mağarasında Hz. Peygambere inen bu ilk ayet, insanlık için de ilk emir kabul edilmiştir. Vahiy mesajından ve İslam kültüründen anlaşılan, vahyin yeryüzüne yaptığı ilk müdahale bu ayetle başlamıştır. Bu ayet bize yeryüzünün birinci sorununun cehalet mücadele olduğunu ifade etmektedir.
Cehaleti yenmek için önce vahyin ışığında, aklı kullanarak itikadi alanda derhal, pratikte ise tedrici olmak gerektiğini vahiy kültüründen anlıyoruz. Güneş ve ay gibi Kur’an ve akıl hakikati bulmada yol göstericidir. Zira nass ile akıl, biri genel diğeri de özel iki vahiy, asla birbirine tearuz etmezler.
Bilindiği gibi H₂O maddi ve manevi dünyamızın kırmızı çizgileridir. H₂O adeta anayasa ve yasa gibi hiyerarşi bir yapı arz etmektedir. Biri Allah’ın vahyi biri de Peygamberin pratik uygulamalarıdır. Söz Allah’ın sözüdür. Yol Peygamberimizin yoludur. Akıl ile vahiy arasında H₂O diye ifade edilen bir bileşik söz konusudur.
Öyle ki iki hidrojen Kur’ân ve Sünneti, bir oksijen ise bireysel ve ortak aklı ifade eder. Biri diğerinin mütemmim cüzüdür. Nasıl ki suyun oluşumu iki hidrojen ve bir oksijenden meydana geliyorsa; İslâm’da Kur’an, Sünnet ve aklın birlikteliği ile meydana gelmiştir. Âdeta kâinatın ve insanlığın âbı hayatı bu esasa dayanmaktadır. Biri maddi diğeri manevi dünyamızın ana esaslarıdır.
Keza İslâm dinînin yürürlüğü de vahiy (nassı katî) ve içtihat (nassı zannî) gibi iki ana esasa dayanmaktadır. Tarihten günümüze akıl ve nakil çatışması önümüze bilinçli atılan bir fitnedir. Ne yazık ki kitaplarımız ve insanlarımız hala bu sakızı çiğner dururlar. Kur’an’ın anlaşılmasında en önemli odak nokta nass ve içtihat alanında ortaya çıkmaktadır.
Diğer bir ifade ile din ve şeriat ayrımında birleşenler olduğu gibi ayrışanlar da bulunmaktadır. Oysa din, insanlığın var edilmesinden itibaren Şâri’in tevhid akidesi üzerine kurduğu bütün insanları kapsayan vahye dayalı evrensel kanunlar manzumesidir. Şeriat ise insanın toplum içerisinde huzurlu bir hayat sürebilmesi için yaşadığı dönemde oluşturulan ve her an değişime açık kanunlar bütünüdür.
Cehaletle mücadele için birey ve toplumlar, eğitimi öncelemişlerdir. Bunun için eğitimi bozuk olan toplumlar, başarıyı yakalayamamışlardır. Desene toplumu toplum yapan asli rükün, sistemli bir eğitimden geçmektedir. Eğitimini savsaklayan toplumlar; terakkilerine mani olacaklar, geleceklerini karartacaklardır.
Eğitim, bireyi olması gereken toplum yapısı için geleceğe hazırlama ameliyesidir. Eğitim sadece geçmiş bilgilerin ezberletilmesinden ziyade bu bilgilerden hareketle yeni ufuklara kanat açmaktır. Eğitim, her istidat ve kabiliyete göre tek tip insan yetiştirmekten ziyade özgür aklı kullanmaktan geçmektedir. Aklen ve fiziken düştüğümüz yerden ayağa kalkmak yine de eğitimle gerçekleşecektir.
Terakki ise tevhit ve şirk sınırlarını dikkate alarak aklın özgürlüğünü sınırlamamaktan geçer. Aklın özgürlüğü üzerinden bilgiyi fark edemeyenler, fiziki değişimi de fark edemeyeceklerdir. Aklın özgürlüğü bize bilgiye ulaşma yolunu açacaktır bilesiniz.
Bu ilk ayet,
adeta sosyal hayatın birlikte yaşam projesinin alt yapısını çizmektedir. Böylece bu ayet bizlere, huzur ve güven içinde yaşamak için öncelikle eğitimle birlikte cehaletten kurtulmak gerektiği konusunda çözüm adresi göstermektedir. Susuz canlı olamayacağı gibi eğitimsiz birlikte yaşam da olamayacaktır. Bunun için İslam’ın ilk emri okumak ve cehaletten kurtulmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu asli genel ilkeyi ıskalamak, bir toplumun çöküşü ve cehennemini hazırlamak olacaktır.
İkincisi ise “HUKUK (ŞERİAT) MÜCADELESİ” vermektir. Bütün Peygamberlerin ve akıllı insanoğlunun esasta bu iki asli görevi bulunmaktadır.
Bu ayet ise bize, okuyup öğrendiğini, sosyal hayatta pratiğe yansıtmak için hukuka göre hareket etmemiz gerektiğine vurgu yapmıştır. Böylece insanlığın tevhit ilkesinin temeli atılmıştır. Bu iki genel esas, İslam dininin asli genel ilkesidir. Bütün Peygamberlerin ve kâmil akıllı insanoğlunun asli görevi birlikte yaşam projesinde tevhidi ilkeyi esas alarak hukuk (şeriat) düzeni kurmaktır.
Bu bağlamda her Peygamber, sosyal hayatta, vahyin belirlediği sosyal siyasete uyarak, hukuk mücadelesi vermiştir. Bilindiği gibi tevhit akidesine göre, her insan eşit yaratıldığı, eşit haklara sahip olduğu gerçeğinden hareket edilmiştir. Tevhidi sağlayamayan toplumlar, özgürlüğünü kaybetmiş köle toplumlardır.
Bugün her ne kadar köleliğin şekli değişmiş olsa da esasta kölelik sadece karın tokluğuna çalışan, başkasının kafasıyla düşünen ve gezen insan topluluklarından oluşur. Bu toplumlarda bireyler, ya haksız gelir elde edilen riba / sömürüsüne maruz kalırlar ya da istibdat altında cehennemi yaşarlar. Tevhit akidesini gerçekleştirmek için öncelikle hukuki (şer’i) düzenleme yanında bu hukuki düzenlemeyi (hak ve yasa kavramını) toplumsal kabul haline dönüştürmek gerekmektedir. Toplumlarda hukuk ve yasa kavram bilinci, kolay yerleştirilememiştir.
Bu bağlamda tarihten günümüze menfaat ve çıkar kavgaları pek çok haksızlıklara sebebiyet vermiştir. İnsanoğlu, dün olduğu gibi bugün de hak ve hukuk kavramlarını istismar etmiş, tevhidi akideyi gerçekleştirememiş olduğundan halen sömürülmektedir.
Artık insanoğlu o kadar istismar edilmiş ki bugün insanların sözleri doğru bile olsa güvensizlik hat safhaya çıkmıştır. Desene insanların zihinlerinde hak ve hukuku yerleştirmek toplumlar için kolay olmayacaktır. Bunun için “ehlisünnet yöntemi” ve “ehlü’l hal ve’l akd” ilkelerine hararetle ihtiyacımız bulunmaktadır.
Dün ahirete inanç kavramıyla, bu haksızlıklar önlenmeye çalışılmış olsa da bugün bu ahiret inancı zayıfladığından çoğu kez dünyada yaptırımı olmamaktadır. Bugün karşılığını ahirette alırsın yaygın bir yaptırım söz konusu olmuştur. Hesapları ödemek ahirete kalmıştır. Bugün hükmün ahirete ertelenmesi kararı, suç tekerrür etse de halen devam etmektedir.
Hemen her Peygamber, cehaletle ve hukuk mücadelesi vermek için yeryüzünde görevlendirilmişlerdir. Her akıllı insanın görevi de bu iki genel mücadeleyi vermek zorundadır. İnsanlar doğuştan eşit haklarla doğdukları kabulü yanında, adil bir düzen kurmaları için tevhidi bir anlayışı hâkim kılmak sorumluluğunu yüklenmişlerdir.
Tarihten günümüze cehaletle mücadele ve hukuk (şeriat) mücadelesi vermişlerdir. Toplu yaşam için önerilen hukuk kurallarına Arapça şeriat bugün ise hukuk kavramı kullanılarak insan merkeze alarak hakça bir adil düzeni hedeflenmiştir. Bugün Müslümanlar arasında kavram dövüşüyle maddi savaştan daha büyük tahribatlar yapılmıştır. Cehaletin tahsili yapıldığı toplumlarda tuz kokmuş ve tevhidi terazi çoktan bozulmuştur.
Oysa İslâm dininin hükümlerinin bir kısmı dinin özünü, değişmez sabitelerini, genel geçerlerini oluşturur. Bunlar insanlığın temel ve evrensel ilkeleri olup nas (sübut ve delaleti katî) olarak ifade edilirler. Nasların sübutu katî, delâleti hükümlere kati olabileceği gibi zannî de olabilir. Nasların sübutu ve delâleti katî olan hükümlerinin her türlü yoruma kapalıdır.
Bu bağlamda şayet naslardaki lafzın birden fazla manaya delâleti yoksa yani tek manaya geliyorsa bu nassın hükme delâleti kesindir. Ancak nassın hükümlere delâleti zannî olanlar ise nassın lafızlarının yorumlanmasında birden fazla ihtimalin bulunup bulunmaması diğer bir deyişle birden fazla manaya açık olup olmayışına yani çeşitli şekillerde tefsir ve tevil edilebiliyorsa o ayetin hükme delâleti zannîdir.
Nassi katî ve nassı zannî meselesi âlimler arasında halen problem olmaya devam etmektedir. İçtihatların nas gibi görüldüğü toplumlarda işler daha da karmaşık hal almıştır. Bu ilkelerden sonra İslam dinin olmazsa olmaz temel ilkelerine geçebiliriz.
II.İslam dinin temel ilkelerine gelince; bu ilkeler vazgeçilemez, terk edilemez, hak edilemez, doğuştan kazanılmış, insan olmanın gereği eşitlik / tevhidi temel ilkelerdir:
Birinci temel ilke TEVHİTTİR. Bütün insanların hukuk önünde eşit olduğunun haykırışıdır. Tevhid, bütün insanlığa genel bir çağrıdır. Üstünlüğün ancak ve ancak hukuka saygı duymada olmasıdır. Sınıfsal ayrıcalıklara son verilen bir akidedir. Yani camideki saf düzeninin sosyal hayatta pratiğe yansıtıldığı sistemin adıdır. Yoksa kelimeyi tevhidin lafzını söyleyerek Müslüman olmaktan ziyade manasına inanmak ve pratiğe yansıtmak esastır. Ancak teraziniz bozuksa tarttığınız (riba) hep boşuna olacaktır. İşte tevhit, sosyal hayatta bu terazinin de denk tutulmasıdır.
Öyle ki tevhid; kadın ile erkek, emek ile sermaye, zengin ile fakir, işçi ile işveren, devleti ile vatandaş gibi insan olma özelliğinde hak terazinin denk tutulması demektir. Peygamberimiz Mekke’de bu tevhidi mücadeleyi verdiği için imtiyazlı Mekkeliler tevhidi kabul etmediler. Tarihten günümüze analarının hür ve eşit olarak doğurduğu insanları köle yaparak, sosyal hayatta eşit haklarla mücadele etmelerinin önü sürekli kesilmiştir.
- İslam dinin iki genel ilkesi bulunmaktadır:

Öyle ki Hıra mağarasında Hz. Peygambere inen bu ilk ayet, insanlık için de ilk emir kabul edilmiştir. Vahiy mesajından ve İslam kültüründen anlaşılan, vahyin yeryüzüne yaptığı ilk müdahale bu ayetle başlamıştır. Bu ayet bize yeryüzünün birinci sorununun cehalet mücadele olduğunu ifade etmektedir.
Cehaleti yenmek için önce vahyin ışığında, aklı kullanarak itikadi alanda derhal, pratikte ise tedrici olmak gerektiğini vahiy kültüründen anlıyoruz. Güneş ve ay gibi Kur’an ve akıl hakikati bulmada yol göstericidir. Zira nass ile akıl, biri genel diğeri de özel iki vahiy, asla birbirine tearuz etmezler.
Bilindiği gibi H₂O maddi ve manevi dünyamızın kırmızı çizgileridir. H₂O adeta anayasa ve yasa gibi hiyerarşi bir yapı arz etmektedir. Biri Allah’ın vahyi biri de Peygamberin pratik uygulamalarıdır. Söz Allah’ın sözüdür. Yol Peygamberimizin yoludur. Akıl ile vahiy arasında H₂O diye ifade edilen bir bileşik söz konusudur.
Öyle ki iki hidrojen Kur’ân ve Sünneti, bir oksijen ise bireysel ve ortak aklı ifade eder. Biri diğerinin mütemmim cüzüdür. Nasıl ki suyun oluşumu iki hidrojen ve bir oksijenden meydana geliyorsa; İslâm’da Kur’an, Sünnet ve aklın birlikteliği ile meydana gelmiştir. Âdeta kâinatın ve insanlığın âbı hayatı bu esasa dayanmaktadır. Biri maddi diğeri manevi dünyamızın ana esaslarıdır.
Keza İslâm dinînin yürürlüğü de vahiy (nassı katî) ve içtihat (nassı zannî) gibi iki ana esasa dayanmaktadır. Tarihten günümüze akıl ve nakil çatışması önümüze bilinçli atılan bir fitnedir. Ne yazık ki kitaplarımız ve insanlarımız hala bu sakızı çiğner dururlar. Kur’an’ın anlaşılmasında en önemli odak nokta nass ve içtihat alanında ortaya çıkmaktadır.
Diğer bir ifade ile din ve şeriat ayrımında birleşenler olduğu gibi ayrışanlar da bulunmaktadır. Oysa din, insanlığın var edilmesinden itibaren Şâri’in tevhid akidesi üzerine kurduğu bütün insanları kapsayan vahye dayalı evrensel kanunlar manzumesidir. Şeriat ise insanın toplum içerisinde huzurlu bir hayat sürebilmesi için yaşadığı dönemde oluşturulan ve her an değişime açık kanunlar bütünüdür.
Cehaletle mücadele için birey ve toplumlar, eğitimi öncelemişlerdir. Bunun için eğitimi bozuk olan toplumlar, başarıyı yakalayamamışlardır. Desene toplumu toplum yapan asli rükün, sistemli bir eğitimden geçmektedir. Eğitimini savsaklayan toplumlar; terakkilerine mani olacaklar, geleceklerini karartacaklardır.
Eğitim, bireyi olması gereken toplum yapısı için geleceğe hazırlama ameliyesidir. Eğitim sadece geçmiş bilgilerin ezberletilmesinden ziyade bu bilgilerden hareketle yeni ufuklara kanat açmaktır. Eğitim, her istidat ve kabiliyete göre tek tip insan yetiştirmekten ziyade özgür aklı kullanmaktan geçmektedir. Aklen ve fiziken düştüğümüz yerden ayağa kalkmak yine de eğitimle gerçekleşecektir.
Terakki ise tevhit ve şirk sınırlarını dikkate alarak aklın özgürlüğünü sınırlamamaktan geçer. Aklın özgürlüğü üzerinden bilgiyi fark edemeyenler, fiziki değişimi de fark edemeyeceklerdir. Aklın özgürlüğü bize bilgiye ulaşma yolunu açacaktır bilesiniz.
Bu ilk ayet,

adeta sosyal hayatın birlikte yaşam projesinin alt yapısını çizmektedir. Böylece bu ayet bizlere, huzur ve güven içinde yaşamak için öncelikle eğitimle birlikte cehaletten kurtulmak gerektiği konusunda çözüm adresi göstermektedir. Susuz canlı olamayacağı gibi eğitimsiz birlikte yaşam da olamayacaktır. Bunun için İslam’ın ilk emri okumak ve cehaletten kurtulmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu asli genel ilkeyi ıskalamak, bir toplumun çöküşü ve cehennemini hazırlamak olacaktır.
İkincisi ise “HUKUK (ŞERİAT) MÜCADELESİ” vermektir. Bütün Peygamberlerin ve akıllı insanoğlunun esasta bu iki asli görevi bulunmaktadır.

Bu ayet ise bize, okuyup öğrendiğini, sosyal hayatta pratiğe yansıtmak için hukuka göre hareket etmemiz gerektiğine vurgu yapmıştır. Böylece insanlığın tevhit ilkesinin temeli atılmıştır. Bu iki genel esas, İslam dininin asli genel ilkesidir. Bütün Peygamberlerin ve kâmil akıllı insanoğlunun asli görevi birlikte yaşam projesinde tevhidi ilkeyi esas alarak hukuk (şeriat) düzeni kurmaktır.
Bu bağlamda her Peygamber, sosyal hayatta, vahyin belirlediği sosyal siyasete uyarak, hukuk mücadelesi vermiştir. Bilindiği gibi tevhit akidesine göre, her insan eşit yaratıldığı, eşit haklara sahip olduğu gerçeğinden hareket edilmiştir. Tevhidi sağlayamayan toplumlar, özgürlüğünü kaybetmiş köle toplumlardır.
Bugün her ne kadar köleliğin şekli değişmiş olsa da esasta kölelik sadece karın tokluğuna çalışan, başkasının kafasıyla düşünen ve gezen insan topluluklarından oluşur. Bu toplumlarda bireyler, ya haksız gelir elde edilen riba / sömürüsüne maruz kalırlar ya da istibdat altında cehennemi yaşarlar. Tevhit akidesini gerçekleştirmek için öncelikle hukuki (şer’i) düzenleme yanında bu hukuki düzenlemeyi (hak ve yasa kavramını) toplumsal kabul haline dönüştürmek gerekmektedir. Toplumlarda hukuk ve yasa kavram bilinci, kolay yerleştirilememiştir.
Bu bağlamda tarihten günümüze menfaat ve çıkar kavgaları pek çok haksızlıklara sebebiyet vermiştir. İnsanoğlu, dün olduğu gibi bugün de hak ve hukuk kavramlarını istismar etmiş, tevhidi akideyi gerçekleştirememiş olduğundan halen sömürülmektedir.
Artık insanoğlu o kadar istismar edilmiş ki bugün insanların sözleri doğru bile olsa güvensizlik hat safhaya çıkmıştır. Desene insanların zihinlerinde hak ve hukuku yerleştirmek toplumlar için kolay olmayacaktır. Bunun için “ehlisünnet yöntemi” ve “ehlü’l hal ve’l akd” ilkelerine hararetle ihtiyacımız bulunmaktadır.
Dün ahirete inanç kavramıyla, bu haksızlıklar önlenmeye çalışılmış olsa da bugün bu ahiret inancı zayıfladığından çoğu kez dünyada yaptırımı olmamaktadır. Bugün karşılığını ahirette alırsın yaygın bir yaptırım söz konusu olmuştur. Hesapları ödemek ahirete kalmıştır. Bugün hükmün ahirete ertelenmesi kararı, suç tekerrür etse de halen devam etmektedir.
Hemen her Peygamber, cehaletle ve hukuk mücadelesi vermek için yeryüzünde görevlendirilmişlerdir. Her akıllı insanın görevi de bu iki genel mücadeleyi vermek zorundadır. İnsanlar doğuştan eşit haklarla doğdukları kabulü yanında, adil bir düzen kurmaları için tevhidi bir anlayışı hâkim kılmak sorumluluğunu yüklenmişlerdir.
Tarihten günümüze cehaletle mücadele ve hukuk (şeriat) mücadelesi vermişlerdir. Toplu yaşam için önerilen hukuk kurallarına Arapça şeriat bugün ise hukuk kavramı kullanılarak insan merkeze alarak hakça bir adil düzeni hedeflenmiştir. Bugün Müslümanlar arasında kavram dövüşüyle maddi savaştan daha büyük tahribatlar yapılmıştır. Cehaletin tahsili yapıldığı toplumlarda tuz kokmuş ve tevhidi terazi çoktan bozulmuştur.
Oysa İslâm dininin hükümlerinin bir kısmı dinin özünü, değişmez sabitelerini, genel geçerlerini oluşturur. Bunlar insanlığın temel ve evrensel ilkeleri olup nas (sübut ve delaleti katî) olarak ifade edilirler. Nasların sübutu katî, delâleti hükümlere kati olabileceği gibi zannî de olabilir. Nasların sübutu ve delâleti katî olan hükümlerinin her türlü yoruma kapalıdır.
Bu bağlamda şayet naslardaki lafzın birden fazla manaya delâleti yoksa yani tek manaya geliyorsa bu nassın hükme delâleti kesindir. Ancak nassın hükümlere delâleti zannî olanlar ise nassın lafızlarının yorumlanmasında birden fazla ihtimalin bulunup bulunmaması diğer bir deyişle birden fazla manaya açık olup olmayışına yani çeşitli şekillerde tefsir ve tevil edilebiliyorsa o ayetin hükme delâleti zannîdir.
Nassi katî ve nassı zannî meselesi âlimler arasında halen problem olmaya devam etmektedir. İçtihatların nas gibi görüldüğü toplumlarda işler daha da karmaşık hal almıştır. Bu ilkelerden sonra İslam dinin olmazsa olmaz temel ilkelerine geçebiliriz.
II.İslam dinin temel ilkelerine gelince; bu ilkeler vazgeçilemez, terk edilemez, hak edilemez, doğuştan kazanılmış, insan olmanın gereği eşitlik / tevhidi temel ilkelerdir:
Birinci temel ilke TEVHİTTİR. Bütün insanların hukuk önünde eşit olduğunun haykırışıdır. Tevhid, bütün insanlığa genel bir çağrıdır. Üstünlüğün ancak ve ancak hukuka saygı duymada olmasıdır. Sınıfsal ayrıcalıklara son verilen bir akidedir. Yani camideki saf düzeninin sosyal hayatta pratiğe yansıtıldığı sistemin adıdır. Yoksa kelimeyi tevhidin lafzını söyleyerek Müslüman olmaktan ziyade manasına inanmak ve pratiğe yansıtmak esastır. Ancak teraziniz bozuksa tarttığınız (riba) hep boşuna olacaktır. İşte tevhit, sosyal hayatta bu terazinin de denk tutulmasıdır.
Öyle ki tevhid; kadın ile erkek, emek ile sermaye, zengin ile fakir, işçi ile işveren, devleti ile vatandaş gibi insan olma özelliğinde hak terazinin denk tutulması demektir. Peygamberimiz Mekke’de bu tevhidi mücadeleyi verdiği için imtiyazlı Mekkeliler tevhidi kabul etmediler. Tarihten günümüze analarının hür ve eşit olarak doğurduğu insanları köle yaparak, sosyal hayatta eşit haklarla mücadele etmelerinin önü sürekli kesilmiştir.