Öteden beri gizli tutulan ve bu yüzden “Gizli İlimler” adı da verilen Havâs ilmi, bu yönüyle kendisine ayrı bir cazibe kazandırmıştır. Havâs ilminin gizli tutulmasının çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerden birisi bilgiye ulaşmanın güçlüğüdür. Ayrıca ilk dönem bilim adamlarının din adamlarından olması ilme bir kutsallık da kazandırmıştır. Buna ilaveten bilimsel verilerin toplum yönetim ve denetiminde etkinliği bilgilerin saklanmasını da gündeme getirmiştir. Örneğin Eski Mısır’da olduğu gibi, bilim birçok ülkede takvim ve tarım yılı ile sıkı sıkıya bağlantılıydı. Bu tip bilgiyi elde bulundurmak, yönetmelikler ve denetlemeler vasıtasıyla toplum üzerinde güç sahibi olmak demekti. Öyle ki bazı bilim dallarına -örneğin astronomi- ait bilgiler, devlet sırrı gibi, çok sıkı saklanırdı.21
Bir kısım araştırmacılara göre “İslâmî dönemde Havâs ilmine ilk defa ilgi duyan ve onu yaygın bir şekilde kullananların başında Şiîler ve mutasavvıflar gelmektedir. Şiîler’in bu ilgisinin temelini, Ehl-i Beyt’e mensup kişilerin diğer insanlardan imtiyazlı oldukları inancı ile Hz. Âdem’e Esmânın öğretilmesiyle başlatıp bütün peygamberlerde devam ettirdikleri hurûf ilminin Hz. Muhammed’de en üst noktaya ulaştığı, ondan Hz. Ali’ye (ö.40/661) ve ondan da imamlara geçtiği yolundaki telakkileri oluşturmaktadır.”22 Havâs ilminin İslâm dünyasına özellikle Şia kanalıyla girmesi tesadüf değildir. Kanaatimizce bunun müntesipler üzerinde otoriteyi meşrulaştırıcı bir tarafı vardır. Şia öteden beri Hz. Ali ve Cafer b. Sâdık’a (ö. 148/765) ait cefr gibi bazı gizli belgelerden ve ilimden söz etmektedir. “Hâlbuki güvenilir hiçbir kaynakta Hz. Ali’nin Cefr, Câmia’ veya daha başka bir eser yazdığından söz edilmediği gibi Şerif er-Radî (ö.359/969) tarafından derlenen bazı hitabe ve mektuplarının otantisitesi hakkında da ciddi itirazlarda bulunulmuştur.”23 Fakat Hz. Ali ve onun soyundan gelen imamların gizli öğretilere vakıf oldukları iddiası, müntesiplerini en azından psikolojik olarak tatmin etmekte ve otoriteye karşı bir itaat olgusu geliştirmektedir. Aynı zamanda bu özellik diğer İslâmî fırkalara karşı kendilerinin dosdoğru yolda bulunduklarının da garantisi olmaktadır.
Havâs ilminin Şia’da çok rahat kabul görmesi Şianın belli bir geleneğin içinden gelmesiyle de alakalıdır. Zira Şia, köklü Pers medeniyetinden gelen bir fırkadır ve mensubu olduğu medeniyette de okultismin derin izleri vardır. Nitekim İbn Nedim’in (ö.385/995) söylediğine göre cin ve şeytânları hizmetinde ilk kez kullanan bir görüşe göre Hz. Süleymân bir rivâyete göre ise İranlı Cemşid’dir.”24 Bütün bunlara ilaveten Şia’nın gizli ilimlere ehemmiyet vermesi Arap-Fars rekabetinin bir neticesi olarak Şia’nın karizmatik lider çıkarmada yaşadığı bir krizin etkisinin olduğu da iddia edilebilir. Hz. Peygamber’in Arap olması Araplara siyâsî anlamda belli bir prestij kazandırmıştır. Şia, Arapların doğu toplumlarındaki liderliği karşısında Hz Ali’nin ve onun soyundan gelen imamların karizmasını kullanmayı tercih etmiş ve kendine göre bir rota belirlemiştir.25 Asırlar sonra İran coğrafyasında zuhûr eden Hurûfîlik gibi akımların liderlerinde de Araplara karşı İran’ın üstünlüğünü dile getirenlerin olması bu hususta önemli bir veridir. Mesela Hurûfî önderlerinden sayılan Mahmûd-i Merdud, İran kültürünün hâkimiyetini savunduğundan Fazlullah’a (ö.796/1394) ters düşmüştür. Ona göre Arap devri bitmiş, Acem devri başlamıştır.26
Öteden beri Havâs ilmine ilgi duyan gruplardan birisi de filozoflar olmuştur. Bunların arasında Hz. Süleymân zamanında yaşadığı, yaptığı riyazetle gök cisimlerinin hışırtısını duyma noktasına geldiği ve melek makamına ulaştığı iddia edilen Pisagor27 (M.Ö.570–495) ile Platon (M.Ö.427–347) ve Philo (M.Ö. 25-M.S. 50) akla ilk gelenlerdendir. İslâm âleminde de bir kısım filozofun bu ilme alaka duyduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. İhvân-ı Safâ bu gruptandır. Sayıbilime önem veren İhvân-ı Safâ’ya göre sayıbilim, her şeyin temelini oluşturan birlik ilkesini anlamanın bir yoludur.28 Her ne kadar yukarda değindiğimiz belli başlı grupların Havâs ilmiyle iştigal ettiğini söylesek de özellikle harf ve sayı spekülasyonlarına dayalı yorumlar, İslâm tefsir tarihinde sadece belli çevrelerin tekelinde kalmamış, aksine Kur’ân’ı anlama ve yorumlama faaliyetinde beyânî bilgi sistemini esas alan müfessirler dahi tefsir adına bu tür garip yorumlar üretmekten kendilerini alamamışlardır.29 Bu durum Havâs ilminin son derece büyüleyici bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
Günümüzde ise Havâs ilmi daha çok halk kitlelerinden ilgi görmektedir. Bu ilgiyi iletişim araçları vasıtasıyla gözlemek mümkündür. Yayın ve iletişim sektörünün gelişmesi ile beraber bilgiye erişim ucuzlamış fakat Havâs ilmi bundan olumsuz biçimde etkilenmiştir. Çünkü Havâs ilmiyle ilgili birçok tercüme ve derleme kitap piyasaya sunulmuş, bunlardan sathî okumalar yapan bazı kişiler kendilerini kolayca medyum ilan edebilmişlerdir. Bunun sonucunda Havâs ilmiyle iştigal eden ve hatta garantili havâs işlerinin yapıldığı iddia edilen pek çok internet sitesi boy göstermiş ve iş tamamen ticarî bir hal almıştır. Bütün bunlara rağmen Havâs ilminin toplum nezdinde bir boşluğu doldurduğu anlaşılmaktadır. O halde suistimallerin önüne geçmek adına bu ilme ehil olanların mesuliyetten kaçmamaları icap etmektedir.
Bir kısım araştırmacılara göre “İslâmî dönemde Havâs ilmine ilk defa ilgi duyan ve onu yaygın bir şekilde kullananların başında Şiîler ve mutasavvıflar gelmektedir. Şiîler’in bu ilgisinin temelini, Ehl-i Beyt’e mensup kişilerin diğer insanlardan imtiyazlı oldukları inancı ile Hz. Âdem’e Esmânın öğretilmesiyle başlatıp bütün peygamberlerde devam ettirdikleri hurûf ilminin Hz. Muhammed’de en üst noktaya ulaştığı, ondan Hz. Ali’ye (ö.40/661) ve ondan da imamlara geçtiği yolundaki telakkileri oluşturmaktadır.”22 Havâs ilminin İslâm dünyasına özellikle Şia kanalıyla girmesi tesadüf değildir. Kanaatimizce bunun müntesipler üzerinde otoriteyi meşrulaştırıcı bir tarafı vardır. Şia öteden beri Hz. Ali ve Cafer b. Sâdık’a (ö. 148/765) ait cefr gibi bazı gizli belgelerden ve ilimden söz etmektedir. “Hâlbuki güvenilir hiçbir kaynakta Hz. Ali’nin Cefr, Câmia’ veya daha başka bir eser yazdığından söz edilmediği gibi Şerif er-Radî (ö.359/969) tarafından derlenen bazı hitabe ve mektuplarının otantisitesi hakkında da ciddi itirazlarda bulunulmuştur.”23 Fakat Hz. Ali ve onun soyundan gelen imamların gizli öğretilere vakıf oldukları iddiası, müntesiplerini en azından psikolojik olarak tatmin etmekte ve otoriteye karşı bir itaat olgusu geliştirmektedir. Aynı zamanda bu özellik diğer İslâmî fırkalara karşı kendilerinin dosdoğru yolda bulunduklarının da garantisi olmaktadır.
Havâs ilminin Şia’da çok rahat kabul görmesi Şianın belli bir geleneğin içinden gelmesiyle de alakalıdır. Zira Şia, köklü Pers medeniyetinden gelen bir fırkadır ve mensubu olduğu medeniyette de okultismin derin izleri vardır. Nitekim İbn Nedim’in (ö.385/995) söylediğine göre cin ve şeytânları hizmetinde ilk kez kullanan bir görüşe göre Hz. Süleymân bir rivâyete göre ise İranlı Cemşid’dir.”24 Bütün bunlara ilaveten Şia’nın gizli ilimlere ehemmiyet vermesi Arap-Fars rekabetinin bir neticesi olarak Şia’nın karizmatik lider çıkarmada yaşadığı bir krizin etkisinin olduğu da iddia edilebilir. Hz. Peygamber’in Arap olması Araplara siyâsî anlamda belli bir prestij kazandırmıştır. Şia, Arapların doğu toplumlarındaki liderliği karşısında Hz Ali’nin ve onun soyundan gelen imamların karizmasını kullanmayı tercih etmiş ve kendine göre bir rota belirlemiştir.25 Asırlar sonra İran coğrafyasında zuhûr eden Hurûfîlik gibi akımların liderlerinde de Araplara karşı İran’ın üstünlüğünü dile getirenlerin olması bu hususta önemli bir veridir. Mesela Hurûfî önderlerinden sayılan Mahmûd-i Merdud, İran kültürünün hâkimiyetini savunduğundan Fazlullah’a (ö.796/1394) ters düşmüştür. Ona göre Arap devri bitmiş, Acem devri başlamıştır.26
Öteden beri Havâs ilmine ilgi duyan gruplardan birisi de filozoflar olmuştur. Bunların arasında Hz. Süleymân zamanında yaşadığı, yaptığı riyazetle gök cisimlerinin hışırtısını duyma noktasına geldiği ve melek makamına ulaştığı iddia edilen Pisagor27 (M.Ö.570–495) ile Platon (M.Ö.427–347) ve Philo (M.Ö. 25-M.S. 50) akla ilk gelenlerdendir. İslâm âleminde de bir kısım filozofun bu ilme alaka duyduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. İhvân-ı Safâ bu gruptandır. Sayıbilime önem veren İhvân-ı Safâ’ya göre sayıbilim, her şeyin temelini oluşturan birlik ilkesini anlamanın bir yoludur.28 Her ne kadar yukarda değindiğimiz belli başlı grupların Havâs ilmiyle iştigal ettiğini söylesek de özellikle harf ve sayı spekülasyonlarına dayalı yorumlar, İslâm tefsir tarihinde sadece belli çevrelerin tekelinde kalmamış, aksine Kur’ân’ı anlama ve yorumlama faaliyetinde beyânî bilgi sistemini esas alan müfessirler dahi tefsir adına bu tür garip yorumlar üretmekten kendilerini alamamışlardır.29 Bu durum Havâs ilminin son derece büyüleyici bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
Günümüzde ise Havâs ilmi daha çok halk kitlelerinden ilgi görmektedir. Bu ilgiyi iletişim araçları vasıtasıyla gözlemek mümkündür. Yayın ve iletişim sektörünün gelişmesi ile beraber bilgiye erişim ucuzlamış fakat Havâs ilmi bundan olumsuz biçimde etkilenmiştir. Çünkü Havâs ilmiyle ilgili birçok tercüme ve derleme kitap piyasaya sunulmuş, bunlardan sathî okumalar yapan bazı kişiler kendilerini kolayca medyum ilan edebilmişlerdir. Bunun sonucunda Havâs ilmiyle iştigal eden ve hatta garantili havâs işlerinin yapıldığı iddia edilen pek çok internet sitesi boy göstermiş ve iş tamamen ticarî bir hal almıştır. Bütün bunlara rağmen Havâs ilminin toplum nezdinde bir boşluğu doldurduğu anlaşılmaktadır. O halde suistimallerin önüne geçmek adına bu ilme ehil olanların mesuliyetten kaçmamaları icap etmektedir.