Havas Okulu ilmi Genel Makaleler | Esmalar | Vefk & Tılsım | Büyü Fal

Havas ilmi & Gizli ilimler

Havas İlminin Derinliklerine Yolculuk: Kadim Bilgelik ve Gizemli Sırlar

“Gerçeklikten kopuk temsil”

Modaratör

Active member
Baudrillard’ın simülasyon teorisi çerçevesinde anlattıkları örneklerden birisi de, bir tarihi eserin ziyaret yeri girişinde onun maketinin sergilenmesi ve ziyaretçilerin maketi (simülasyonu) seyretmekle yetinmeleridir. Birçok ülkede ve bizde de tarihi eserlerin maketlerini sergileme yükselen bir trend haline geldi. Nitekim dünyanın farklı ülkelerindeki şehirlerde, salt maketlerden oluşmuş mekanların sayısı ve ziyaretçisi artmaktadır.

Burada, giderek artan bu eğilimde dört problem alanını tespit etmek mümkündür. Birincisi, hakikat dururken temsillerine odaklanmak. İkincisi, hayatın giderek temsiller dünyasına doğru evrilmesi; ki sembollerin yoğunlaştığı bir toplum bunun başat örneğidir. Üçüncüsü, sürekli temsilleri tedavülde tutarak hakikati hayattan çekip almak ve temsili hakikatin yerine ikame etmek. Dördüncüsü, gerçek olan ile olmayan arasındaki çizgilerin giderek bulanıklaşmasıdır; ki Baudrillard buna simülasyon ya da hipergerçek demektedir.

Aslında içinde yaşadığımız çağ, -aslında giderek postmodern nitelikler yoğunlaşıyor- gerçeklik ile nesneler arasında bir temsil krizinin yaşanmasıyla karakterize edilmektedir. Geçen yüzyılın başlarında bu kriz farklı boyutlarda dillendirilmiş, eşya ile gerçeklik, süje ve obje arasındaki ilişkide tam tekabüliyetin gerçekleşmediği öne sürülmeye başlanmıştır. Postmodernizmin yükselmeye başlayan trendi akıl, bilim, rasyonellik gibi kavramlara yönelik eleştirilerle başlamıştır.

Bu mentalite, her halükarda süje ile obje arasında kesin bir ayrılık öngörerek, gerçekliğin tam olarak temsiliyetini problemli görmekten, bugün gerçeklikten tamamen bağımsız bir eşyayı tasarımsal olarak imkan dahiline sokma girişimini besleyen bir döneme evrilmeye başlamıştır. Böylece postmodernizmin “yorumdan bağımsız gerçeklik yoktur” mottosu, “gerçeklikten bağımsız yorumları” tedavüle sokmuştur. Dolayısıyla, yukarıda zikrettiğimiz problem alanlarının her şeyden önce bir temsil krizi ile bağlantılı olduğu unutulmamalıdır.

İnsanların, asılları dururken onların simülasyonuyla yetinmeleri nasıl bir mentaliteden beslenmektedir? Bugün bu mentalite, hayatın farklı alanlarında gerçekten yaygınlık kazanmıştır. Mesela, tüketim kültürü çağında endüstriyel üretim ile meyveden üretilmemiş, aroması da verilmiş halde içeceklerinin özendirilmesi ve tüketilmesi. Bir müddet sonra yiyeceklerin kazandırması gereken vitamin vb. niteliklerin, yiyeceklerden koparılarak endüstriyel içeceklere dönüşmesi de bir başka boyuttur. Sanayi üretimi baldan bahsediyorlar (Tabii ki tüm meyve suyu ve bal üretimi böyle değil). Yunus Emre’nin “arı görmemiş, bal ister benden” tabiriyle kastettiği bu olmasa gerek.

Aynı durum inanç alanında da gözlemlenmektedir. Aslında pagan inancın en temel niteliği tanrı temsillerinin üretilmesidir. Bu, bir anlamda Tanrı’nın simülasyonu demektir. Mekke müşrikleri, “Biz onlara ancak bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz“ (39/Zümer, 3) derken buna vurgu yapmaktadırlar. Dikkat edilirse, tarih boyunca insan durmadan tanrı temsilleri üretmiştir.

Diğer bir problem alanı, bu temsillerin giderek gerçekliğin (hakikatin) yerine ikame edilmesidir. İşte, üretilen tanrı temsillerinin, bir müddet sonra tanrının yani hakikatin yerine ikame edilmesi bu sürecin neredeyse ayrılmaz parçasıdır. Nitekim, Mekkeli müşrikler bu ikame işlemlerini tamamlamışlar, Hz. Peygamber’in (SAV) bunu zihinsel geri döndürme, yani simülasyonu devreden çıkarma önerisine direnmişlerdir. Bugün postmodern çağda pagan kültür iki tür kırılma yaşayarak form kazanmıştır. Birincisi, birey için herhangi bir dine aidiyetin gerekmemesi; dolayısıyla senkretik ve soft bir dini anlayış. İkincisi, ortodoksisi zayıflatılmış gizemli, mistik ve mitik yapılar. Nihayetinden simülasyonu gerçeklikten kopuk üretimi, her türlü tanrı temsilini de tedavüle sokmaktadır. Bugün “dinler etkisini kaybediyor” denilen şey bu fenomenal durumdur.

Aynı durum ekonomi alanında da yaşanmaktadır. Gerçek değere sahip olan altın para, arzdan çekilerek yerine itibarı değerli kağıt para, hatta paranın yerine tahviller sürülmüştür. Öyle ki, pandemi süreci sonunda artık elinize bile almanız gerekmeyen dijital paraların işlevselleştirilmesi konuşulmaktadır. Bu, tavşanın suyunun suyu gibi bir şeydir. Neyin ne yerine ikame edildiğini artık hiçbir zihin hatırlayamayacaktır. Hakikat, giderek bu hakikatten kopuk temsiller içinde derinlere gömülerek kaybolmaktadır.

Hakikatin kayboluşu, gerçekliğe direkt bir karşı çıkış yerine, “hakikat ötesi” denilen ölçü, değer, doğru vb. kavramların yitirilmesi, bunlardan şüphenin yükseltilmesi, “doğruyu yanlışlayamıyorsan, onunla ilgili şüphe yay” mentalitesiyle yapılmaktadır. Bir yanlış, ancak doğru olduğu zaman “yanlış” olarak isimlendirilir; yanlış ile doğru arasındaki sınırlar kaybolursa her şey mübah hale gelir ki, gücün hegemonya kurduğu nokta burasıdır.

Temsillerin yerine ikamelerin, sembollerin giderek yükseldiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Böyle bir temsiller dünyasında gerçeklikten kopuş tehlikeli boyutlara gitmektedir. Şimdi zihinlere çalışıyorlar; Orwell ve Huxley’in distopyaları işliyor görünüyor.
 
Üst