Duânın ehemmiyetiyle ilgili olarak âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyazlarınız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye değer versin?..” (el-Furkân, 77)
“(Ey Rasûlüm!) Kullarım Sana Ben’i sorduğunda onlara de ki: Muhakkak ki Ben onlara çok yakınım. Bana duâ ettikleri zaman onların duâlarına icâbet ederim. Öyleyse (kullarım da) Ben’im dâvetime icâbet edip Bana inansınlar. Bu sâyede onlar, umulur ki rüşde (doğru yola) erişmiş olurlar.” (el-Bakara, 186)
“Rabbinize tazarrû ve niyaz ile gizlice duâ edin. Zîrâ O, haddi aşanları sevmez.” (el-A’râf, 55)
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:
“Allah katında O’na duâ etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Duâ, ibâdetin (kulluğun) özüdür.” (Tirmizî, Deavât, 1)
“Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabul olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahat zamanında da duâyı bol yapsın.” (Tirmizî, Deavât, 9)
“Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona rahmet kapıları açılmış demektir.” (Tirmizî, Deavât, 101)
“Kabul edileceğine inanarak Allah Teâlâ’ya duâ ediniz. Şunu bilin ki Cenâb-ı Hak, gâfil bir kalble yapılan duâyı kabul etmez.” (Tirmizî, Deavât, 65)
Hadîs-i şerîf muktezâsınca gâfil bir kalble ve lâubâlî bir üslûpla yapılan duâların Allâh indinde kabûl edileceğini zannetmek, şeytanın aldatmasından başka bir şey değildir.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruh-:
“Bir savaş iki ordunun ittifâkıyla kazanılır. Biri leşker-i gazâ (serhat ordusu), diğeriyse leşker-i duâ (duâ ordusu)dur.” der.
Nitekim ashâb-ı kirâm hazarâtı da, cihâda giderlerken kendi duâlarına ilâveten zaferleri için ayrıca Ashâb-ı Suffe’den de duâ talebinde bulunurlardı.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Bir mü’minin bir mü’mine gıyâbında duâsından daha çabuk kabul edilen hiçbir duâ yoktur.” (Tirmizî, Birr, 50) buyurmuştur.
İnsanlar, duâsının kabul edileceğini ümit ettikleri kimselerden duâ talebinde bulunurlar. Hâlbuki duânın kabulünü temin eden asıl sâik, bunu yapanın ind-i ilâhîdeki makbûliyyetinden ziyâde, talepteki ihlâs ve samîmiyetidir. Bu demektir ki, bir günahkârın mü’min kardeşine ihlâsla yapacağı yürekten duâ, Allah katındaki mevkî itibâriyle ondan fersah fersah ilerde bulunan bir başkasının gönülsüz duâsından daha hayırlıdır. Kul günahkâr olmakla, Cenâb-ı Hak -hâşâ- onu terk etmiş demek değildir. Böyle olsaydı günahkârın kusurlarını söylemek “gıybet” nâmıyla büyük günahlardan biri addedilmezdi. İşte burada kim olursa olsun, Allâh’ın kullarından birinin gönlünü yapmanın ve onun samîmî duâlarını almanın değerini idrâk etmek gerekir.
“(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyazlarınız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye değer versin?..” (el-Furkân, 77)
“(Ey Rasûlüm!) Kullarım Sana Ben’i sorduğunda onlara de ki: Muhakkak ki Ben onlara çok yakınım. Bana duâ ettikleri zaman onların duâlarına icâbet ederim. Öyleyse (kullarım da) Ben’im dâvetime icâbet edip Bana inansınlar. Bu sâyede onlar, umulur ki rüşde (doğru yola) erişmiş olurlar.” (el-Bakara, 186)
“Rabbinize tazarrû ve niyaz ile gizlice duâ edin. Zîrâ O, haddi aşanları sevmez.” (el-A’râf, 55)
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:
“Allah katında O’na duâ etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Duâ, ibâdetin (kulluğun) özüdür.” (Tirmizî, Deavât, 1)
“Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabul olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahat zamanında da duâyı bol yapsın.” (Tirmizî, Deavât, 9)
“Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona rahmet kapıları açılmış demektir.” (Tirmizî, Deavât, 101)
“Kabul edileceğine inanarak Allah Teâlâ’ya duâ ediniz. Şunu bilin ki Cenâb-ı Hak, gâfil bir kalble yapılan duâyı kabul etmez.” (Tirmizî, Deavât, 65)
Hadîs-i şerîf muktezâsınca gâfil bir kalble ve lâubâlî bir üslûpla yapılan duâların Allâh indinde kabûl edileceğini zannetmek, şeytanın aldatmasından başka bir şey değildir.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruh-:
“Bir savaş iki ordunun ittifâkıyla kazanılır. Biri leşker-i gazâ (serhat ordusu), diğeriyse leşker-i duâ (duâ ordusu)dur.” der.
Nitekim ashâb-ı kirâm hazarâtı da, cihâda giderlerken kendi duâlarına ilâveten zaferleri için ayrıca Ashâb-ı Suffe’den de duâ talebinde bulunurlardı.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Bir mü’minin bir mü’mine gıyâbında duâsından daha çabuk kabul edilen hiçbir duâ yoktur.” (Tirmizî, Birr, 50) buyurmuştur.
İnsanlar, duâsının kabul edileceğini ümit ettikleri kimselerden duâ talebinde bulunurlar. Hâlbuki duânın kabulünü temin eden asıl sâik, bunu yapanın ind-i ilâhîdeki makbûliyyetinden ziyâde, talepteki ihlâs ve samîmiyetidir. Bu demektir ki, bir günahkârın mü’min kardeşine ihlâsla yapacağı yürekten duâ, Allah katındaki mevkî itibâriyle ondan fersah fersah ilerde bulunan bir başkasının gönülsüz duâsından daha hayırlıdır. Kul günahkâr olmakla, Cenâb-ı Hak -hâşâ- onu terk etmiş demek değildir. Böyle olsaydı günahkârın kusurlarını söylemek “gıybet” nâmıyla büyük günahlardan biri addedilmezdi. İşte burada kim olursa olsun, Allâh’ın kullarından birinin gönlünü yapmanın ve onun samîmî duâlarını almanın değerini idrâk etmek gerekir.