Abdullah İbn Amir bin As (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.) buyurdular ki: "İcâbete mazhar olmada gâib kimsenin gâib kimse hakkında yaptığı duadan daha sürâtli olanı yoktur.10
Bu hadise göre, Allah (c.c.)'ın derhal kabul buyuracağı dualardan biri de mü'minin mü'min kardeşi için gıyâbında yapacağı duâdır. Bu hususta Müslim'in bir rivâyeti daha açıktır.
"Müslüman kimsenin, kardeşi için gıyâbında yaptığı dua müstecâbdır. Duâ edenin başucunda ona müvekkel bir melek vardır. Kardeşi için hayır dua yaptıkça bu melek: "Âmin, istediğin şeyin bir misli de sana olsun" der."
Abdullah İbn Amr bin As (r.a.)'dan rivâyet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz oruçlu için iftarını açtığında reddedilmeyen bir dua vardır."11
Başka bir hadisde "Oruçlunun duâsı geri çevrilmez" buyurulmuştur.
Hakikat nokta-i nazarından vakitlerin şerefi hallerin şerefine bağlıdır. Çünkü seher vakti, kalbin tasfiyesi, ihlâsı ve kalbi meşgul edici mânilerden boşaltma vaktidir. Arefe ve Cuma günleri himmetlerin birleşmesi, kalplerin ilâhi rahmeti oluk hâlinde elde etmeye yardımlaşması vaktidir. İşte vakitlerin şerefinin sebeplerinden birisi hallerdir.
İbn Mes'ud (r.a.)'ın bir rivayetinde: Ramazan'ın her gecesi münâdi şöyle bağırır:
- Ey hayrı iyiliği arayanlar: Dikkat edin ve ileri gelin, Ey kötülüğü arzu edenler! artık yeter deyip de gözünüzü açın!
Daha sonra o melek şöyle nidâ eder:
- Bağışlanmasını isteyen varsa o bağışlanacak. Tevbe eden biri varsa onun da tevbesi kabul edilecek. Dua eden biri varsa onun da duası kabul edilecek. Kim Allah'dan ne dilerse o dileği kabul olacak"
Pek çok hadiste oruçlunun duasının kabul edileceği bildirilmiştir. Bazı hadis rivâyetlerinde iftar vakti yapılan duanın kabul edileceği ifade edilmiş. Ama yemeklere o kadar iştahla atılıyoruz ki, dua etmeye fırsat kalmıyor. Hatta iftarın kendi duası bile hatıra gelmiyor. İftar duâsı Şöyledir:
"Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve âleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü"
"Allah'ım!.. Senin için oruç tuttum. Sana iman ettim. Sana güvendim ve verdiğin rızıkla orucumu açıyorum."
Rasülullah (s.a.) şöyle buyurdular: 3 kişi vardır ki duaları reddedilmez (kabul edilir.)
Âdil imam,
İftarını yaptığı zaman oruçlu,
Zulme uğrayanların duası...12
Câbir b. Abdullah, Allah'ın Rasûlünün kıbleye yöneldiğini rivayet ederek buyuruyor:
"Allah Rasûlü (s.a.) arefe günü mevkıfe (vakfe yerine) geldi. Kıbleye yönelip güneş batıncaya kadar dua etti"13
Ebud Derdâ (r.a.) buyurdu:
- Şu eller, zincirle bağlanmazdan evvel kaldırıp onlarla dua ediniz. Duadan sonra elleriyle yüzünü meshetmek gerekir. Hz. Ömer'in rivâyetinde: "Allah'ın Rasûlü ellerini duada (göklere) uzattığı zaman onlarla yüzünü meshetmeyince ellerini salıvermezdi" denilmiştir.
Dua ederken gözleri semâya dikmemelidir. Çünkü Peygamberimiz (a.s.): "Duada gözlerini semâya diken kavimler, ya bu durumdan vazgeçsinler yada (mânen) gözlerinin nurları alınır"14
Ebu Mûsâ el-Eşâri (r.a.) rivayet eder! "Biz Allah Rasûlü ile beraber seferden dönüyorduk, Medine'ye yaklaştığımızda Allah'ın Rasûlü tekbir getirdi. Ashab da onunla beraber tekbir getirerek seslerini oldukça yükselttiler. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Ey nâs! Çağırdığınız Allah, ne sağırdır, ne de gâib. Kesinlikle biliniz ki çağırdığınız zat, sizinle bineklerinizin boynu arasındadır. (Yani her şeyden daha çok size yakındır)"15
Rivâyete göre bedevinin biri Hz. Peygamber (s.a.)'e "Ya Rasülallah! Rabbimiz yakın mıdır ki O'na fısıldıyalım, uzak mıdır ki yüksek sesle dua edelim? demiş. Rasülullah (s.a.) susmuş. Bunun üzerine:
"Kullarım Sana Beni sorarsa, Ben şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar. (Bakara 186)" Ayeti nâzil olmu?.16
Âraf sûresi 55. âyeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır Mevlâ Teâlâ Hazretleri:
"Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O haddi aşanları sevmez"
Önce haddinizi bilip Rabbınızı tanıyınız, O'nun hükmü altında ve rubûbiyetinde yaratık ve memur bulunduğunuzu ve hiçbir zaman O'ndan müstağni olamayacağınızı itiraf ediniz. İkinci olarak, o yücelik ve ululuk karşısında O'na müracaattan ve ihtiyacınızı sunarak arzularınız talep ve niyaz etmekten yasaklanmış olmadığınızı ve tersine doğrudan doğruya istek ve duaya izinli ve hatta emredilmiş bulunduğunuzu, Allah'ın lütuf ve ihsanında cimrilik olmadığını ve fakat, yaratma ve emir, hüküm ve hâkimiyetin ona mahsus olduğunu biliniz ve ona göre O'ndan dilekler dileyiniz, arzu ve ihtiyaçlarınızı isteyiniz. İsteyiniz ama pervâsızca bağırıp çağırmakla değil, tam tâzim ile yalvararak de bütün bir ihlas ve gizli yalvarma hâlinde.17
Duada yalvarma halinde bulunmamak pervasızlığa, bir çeşit çalıma dalâlet eder. Duayı gizli bir şekilde yapmamak, bağırıp çağırmak da ihlas sınırından gösterişe, dua sınırından şikâyet ve davaya geçen bir hadsizliği kapsar. Aynı şekilde duada fazla söz söyleme ve uzatma da haddi aşma cümlesindendir.
Secî yapmak, nesirde kâfiyemsi ses benzerlikleri meydana getirmektir.
Dua edenin hâli Allah'a yalvaranın hâli olmalıdır. Secili okumak için zorlanma, bu duruma ters düşer. Âraf sûresi 55. ayetinde "haddi aşanlar" cümlesine secili okumaya kendini zorlayanlar da girmektedir.
Dua eden kimse için en uygun ve en iyi şekil, Rasülullah'ın duasındaki ölçüyü geçmemektir. Kişi, gayretlerini, Allah'a ihlasla yönelmek, O'nun karşısında acz ve yoksulluğu duymaya çalışmak yerine; cümleleri uyum içinde şiirimsi bir hava vererek söylemeye sarfedecektir.
Bu; duada amacın dışına çıkmaktır.
İkrime (r.a.) anlatıyor: İbn Abbas (r.a.) dedi ki: "İnsanlara haftada bir kere hadis anlat. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı şu Kur'an'dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeceğim. Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip "konuş" diye talepte bulununca "istiyorlar" demektir. O zaman konuşursun. Duada secî meselelerine dikkat et ve ondan kaçın. Zîra ben Rasülullah (s.a.) ve ashabın devrinde yaşadım bunu yapmıyorlardı.18
"Ve hem korku, hem ümid hâlinde Rabbimize dua ediniz"
Korku hâlinde ümidi, ümit halinde korkuyu bırakmayarak, daima ikisinin denklik noktasını gözeterek dua etmelidir. İnsanın hayatı, havf ve recâ, yâni korku ve ümitlerin çalkantısı içinde seyreder.
Zîrâ korkunun ifratından "Yeis", tefritinden ise "emniyet ve temînat" hissi hâsıl olur. Allah hem celâl sahibi hem ikram sahibidir. Bu itibarla Allah'ın azabından emin olmak veya zıddı olan rahmetinden ümidsizliğe düşmek menedilmiştir.
Âlemde Allah'ın emri altında gece ve gündüz nasıl birbiriyle yarış ederek gidiyorlarsa, korku ve ümid de öyledir. Bu iki ruh hâleti insanın manevi yolda ilerlemesinde iki kanat gibidir. Herhangi birisi atılsa insan yaralı bir kuş gibi uçmaktan mahrum kalır. Kalp ancak bunların karşılıklı çarpışmasındaki uygunluk ve denklikten doğrudan doğruya Hakk yüzüne bakan bir yön alır. Duanın güzelliği de kalbin bu istikâmetiyledir.
Böyle dua edenler duada ihsan mertebesine ermi? muhsinlerden olurlar.
Âyeti kerime'de buyuruluyor: (O muttakî kimseler, geceleri namaz kılmak ve istiğfar etmek için) yanlarını yataklarından kaldırırlar... RABBLERİNE, AZÂBINDAN KORKARAK ve RAHMETİNİ UMARAK DUA EDERLER. Kendilerine verdiğimiz, rızıklardan da hayır yollarına infak ederler. (Secde 16)
Mutlak yeis, yani ümidden kesilme, insanın kendisini afv ve mağfiretin dışında görme gafletidir. Neticede Allah'ın rahmet tecelliyatını, kudret ve azâmetini inkar etmektir.
Mutlak emniyet de Cenab-ı Hakk'ın esmâ-ı ilâhiyyesinden "Kahhâr" sıfatına karşı duyarsız kalmak veya azâbı küçümsemektir. Hâsılı, duayı mutlak yeis hududuna getirmemek ve aynı zamanda ümidi de mutlak teminat altına yaklaştırmayıp dengeyi muhafaza etmek lâzımdır.
Bir mü'min "Cennete bir tek kişi girecek" dense "Yoksa acaba ben miyim?" "Cehenneme bir tek kişi girecek" dense "Yoksa ben miyim?" hâlet-i rûhiyesinin içinde bulunmalıdır.
Bu hadise göre, Allah (c.c.)'ın derhal kabul buyuracağı dualardan biri de mü'minin mü'min kardeşi için gıyâbında yapacağı duâdır. Bu hususta Müslim'in bir rivâyeti daha açıktır.
"Müslüman kimsenin, kardeşi için gıyâbında yaptığı dua müstecâbdır. Duâ edenin başucunda ona müvekkel bir melek vardır. Kardeşi için hayır dua yaptıkça bu melek: "Âmin, istediğin şeyin bir misli de sana olsun" der."
Abdullah İbn Amr bin As (r.a.)'dan rivâyet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz oruçlu için iftarını açtığında reddedilmeyen bir dua vardır."11
Başka bir hadisde "Oruçlunun duâsı geri çevrilmez" buyurulmuştur.
Hakikat nokta-i nazarından vakitlerin şerefi hallerin şerefine bağlıdır. Çünkü seher vakti, kalbin tasfiyesi, ihlâsı ve kalbi meşgul edici mânilerden boşaltma vaktidir. Arefe ve Cuma günleri himmetlerin birleşmesi, kalplerin ilâhi rahmeti oluk hâlinde elde etmeye yardımlaşması vaktidir. İşte vakitlerin şerefinin sebeplerinden birisi hallerdir.
İbn Mes'ud (r.a.)'ın bir rivayetinde: Ramazan'ın her gecesi münâdi şöyle bağırır:
- Ey hayrı iyiliği arayanlar: Dikkat edin ve ileri gelin, Ey kötülüğü arzu edenler! artık yeter deyip de gözünüzü açın!
Daha sonra o melek şöyle nidâ eder:
- Bağışlanmasını isteyen varsa o bağışlanacak. Tevbe eden biri varsa onun da tevbesi kabul edilecek. Dua eden biri varsa onun da duası kabul edilecek. Kim Allah'dan ne dilerse o dileği kabul olacak"
Pek çok hadiste oruçlunun duasının kabul edileceği bildirilmiştir. Bazı hadis rivâyetlerinde iftar vakti yapılan duanın kabul edileceği ifade edilmiş. Ama yemeklere o kadar iştahla atılıyoruz ki, dua etmeye fırsat kalmıyor. Hatta iftarın kendi duası bile hatıra gelmiyor. İftar duâsı Şöyledir:
"Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve âleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü"
"Allah'ım!.. Senin için oruç tuttum. Sana iman ettim. Sana güvendim ve verdiğin rızıkla orucumu açıyorum."
Rasülullah (s.a.) şöyle buyurdular: 3 kişi vardır ki duaları reddedilmez (kabul edilir.)
Âdil imam,
İftarını yaptığı zaman oruçlu,
Zulme uğrayanların duası...12
Câbir b. Abdullah, Allah'ın Rasûlünün kıbleye yöneldiğini rivayet ederek buyuruyor:
"Allah Rasûlü (s.a.) arefe günü mevkıfe (vakfe yerine) geldi. Kıbleye yönelip güneş batıncaya kadar dua etti"13
Ebud Derdâ (r.a.) buyurdu:
- Şu eller, zincirle bağlanmazdan evvel kaldırıp onlarla dua ediniz. Duadan sonra elleriyle yüzünü meshetmek gerekir. Hz. Ömer'in rivâyetinde: "Allah'ın Rasûlü ellerini duada (göklere) uzattığı zaman onlarla yüzünü meshetmeyince ellerini salıvermezdi" denilmiştir.
Dua ederken gözleri semâya dikmemelidir. Çünkü Peygamberimiz (a.s.): "Duada gözlerini semâya diken kavimler, ya bu durumdan vazgeçsinler yada (mânen) gözlerinin nurları alınır"14
Ebu Mûsâ el-Eşâri (r.a.) rivayet eder! "Biz Allah Rasûlü ile beraber seferden dönüyorduk, Medine'ye yaklaştığımızda Allah'ın Rasûlü tekbir getirdi. Ashab da onunla beraber tekbir getirerek seslerini oldukça yükselttiler. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Ey nâs! Çağırdığınız Allah, ne sağırdır, ne de gâib. Kesinlikle biliniz ki çağırdığınız zat, sizinle bineklerinizin boynu arasındadır. (Yani her şeyden daha çok size yakındır)"15
Rivâyete göre bedevinin biri Hz. Peygamber (s.a.)'e "Ya Rasülallah! Rabbimiz yakın mıdır ki O'na fısıldıyalım, uzak mıdır ki yüksek sesle dua edelim? demiş. Rasülullah (s.a.) susmuş. Bunun üzerine:
"Kullarım Sana Beni sorarsa, Ben şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar. (Bakara 186)" Ayeti nâzil olmu?.16
Âraf sûresi 55. âyeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır Mevlâ Teâlâ Hazretleri:
"Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O haddi aşanları sevmez"
Önce haddinizi bilip Rabbınızı tanıyınız, O'nun hükmü altında ve rubûbiyetinde yaratık ve memur bulunduğunuzu ve hiçbir zaman O'ndan müstağni olamayacağınızı itiraf ediniz. İkinci olarak, o yücelik ve ululuk karşısında O'na müracaattan ve ihtiyacınızı sunarak arzularınız talep ve niyaz etmekten yasaklanmış olmadığınızı ve tersine doğrudan doğruya istek ve duaya izinli ve hatta emredilmiş bulunduğunuzu, Allah'ın lütuf ve ihsanında cimrilik olmadığını ve fakat, yaratma ve emir, hüküm ve hâkimiyetin ona mahsus olduğunu biliniz ve ona göre O'ndan dilekler dileyiniz, arzu ve ihtiyaçlarınızı isteyiniz. İsteyiniz ama pervâsızca bağırıp çağırmakla değil, tam tâzim ile yalvararak de bütün bir ihlas ve gizli yalvarma hâlinde.17
Duada yalvarma halinde bulunmamak pervasızlığa, bir çeşit çalıma dalâlet eder. Duayı gizli bir şekilde yapmamak, bağırıp çağırmak da ihlas sınırından gösterişe, dua sınırından şikâyet ve davaya geçen bir hadsizliği kapsar. Aynı şekilde duada fazla söz söyleme ve uzatma da haddi aşma cümlesindendir.
Secî yapmak, nesirde kâfiyemsi ses benzerlikleri meydana getirmektir.
Dua edenin hâli Allah'a yalvaranın hâli olmalıdır. Secili okumak için zorlanma, bu duruma ters düşer. Âraf sûresi 55. ayetinde "haddi aşanlar" cümlesine secili okumaya kendini zorlayanlar da girmektedir.
Dua eden kimse için en uygun ve en iyi şekil, Rasülullah'ın duasındaki ölçüyü geçmemektir. Kişi, gayretlerini, Allah'a ihlasla yönelmek, O'nun karşısında acz ve yoksulluğu duymaya çalışmak yerine; cümleleri uyum içinde şiirimsi bir hava vererek söylemeye sarfedecektir.
Bu; duada amacın dışına çıkmaktır.
İkrime (r.a.) anlatıyor: İbn Abbas (r.a.) dedi ki: "İnsanlara haftada bir kere hadis anlat. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı şu Kur'an'dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeceğim. Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip "konuş" diye talepte bulununca "istiyorlar" demektir. O zaman konuşursun. Duada secî meselelerine dikkat et ve ondan kaçın. Zîra ben Rasülullah (s.a.) ve ashabın devrinde yaşadım bunu yapmıyorlardı.18
"Ve hem korku, hem ümid hâlinde Rabbimize dua ediniz"
Korku hâlinde ümidi, ümit halinde korkuyu bırakmayarak, daima ikisinin denklik noktasını gözeterek dua etmelidir. İnsanın hayatı, havf ve recâ, yâni korku ve ümitlerin çalkantısı içinde seyreder.
Zîrâ korkunun ifratından "Yeis", tefritinden ise "emniyet ve temînat" hissi hâsıl olur. Allah hem celâl sahibi hem ikram sahibidir. Bu itibarla Allah'ın azabından emin olmak veya zıddı olan rahmetinden ümidsizliğe düşmek menedilmiştir.
Âlemde Allah'ın emri altında gece ve gündüz nasıl birbiriyle yarış ederek gidiyorlarsa, korku ve ümid de öyledir. Bu iki ruh hâleti insanın manevi yolda ilerlemesinde iki kanat gibidir. Herhangi birisi atılsa insan yaralı bir kuş gibi uçmaktan mahrum kalır. Kalp ancak bunların karşılıklı çarpışmasındaki uygunluk ve denklikten doğrudan doğruya Hakk yüzüne bakan bir yön alır. Duanın güzelliği de kalbin bu istikâmetiyledir.
Böyle dua edenler duada ihsan mertebesine ermi? muhsinlerden olurlar.
Âyeti kerime'de buyuruluyor: (O muttakî kimseler, geceleri namaz kılmak ve istiğfar etmek için) yanlarını yataklarından kaldırırlar... RABBLERİNE, AZÂBINDAN KORKARAK ve RAHMETİNİ UMARAK DUA EDERLER. Kendilerine verdiğimiz, rızıklardan da hayır yollarına infak ederler. (Secde 16)
Mutlak yeis, yani ümidden kesilme, insanın kendisini afv ve mağfiretin dışında görme gafletidir. Neticede Allah'ın rahmet tecelliyatını, kudret ve azâmetini inkar etmektir.
Mutlak emniyet de Cenab-ı Hakk'ın esmâ-ı ilâhiyyesinden "Kahhâr" sıfatına karşı duyarsız kalmak veya azâbı küçümsemektir. Hâsılı, duayı mutlak yeis hududuna getirmemek ve aynı zamanda ümidi de mutlak teminat altına yaklaştırmayıp dengeyi muhafaza etmek lâzımdır.
Bir mü'min "Cennete bir tek kişi girecek" dense "Yoksa acaba ben miyim?" "Cehenneme bir tek kişi girecek" dense "Yoksa ben miyim?" hâlet-i rûhiyesinin içinde bulunmalıdır.