Havas Okulu ilmi Genel Makaleler | Esmalar | Vefk & Tılsım | Büyü Fal

Havas ilmi & Gizli ilimler

Havas İlminin Derinliklerine Yolculuk: Kadim Bilgelik ve Gizemli Sırlar

Anlamını bilmeden Kur’ân okumak

Modaratör

Active member
Birkaç yıl önce öğrencilerimden birisi, “Hocam! Ben anneme anlamını bilmiyorsan Kur’ân okuma dedim” demişti. Niçin diye sorduğumda “çünkü anlamını bilmeden Kur’ân okumasının bence bir anlamı yok” diye cevap vermişti. Ders içinde gerekli cevabı vermeye çalışmıştım. Öğrenciyle konuşurken kulaktan dolma bilgiler ve kendisince yürüttüğü akıl çerçevesi dışında sağlam bir dayanağının olmadığını da görmüştüm. Sonraları aslında bu kanıda olanın sadece o öğrencim olmadığını, koca koca adamların hatta bazı ilahiyatçıların da bu görüşte olduklarını ve birçok gencin kafasının bundan dolayı karışık olduğunu anladım.

Evet asıl olan Kur’ân’ı Kerim’i anlamak ve hayatımıza tatbik etmektir. Bunda herkes hemfikirdir. Ancak Kur’ân’ı Kerim, sadece anlam yönüyle mü’minleri kuşatmaz. Zira Kur’ân’ı Kerim, çok yönlü bir kitaptır. Anlamını bilip ona göre amel etmek asıl olmakla beraber, ayrıca Kur’ân, “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi” (Yûnus 10/579) âyetinde belirtildiği gibi aynı zamanda bir şifa, bir rehber, bir ibadet ve de en önemlisi bir zikirdir. Tüm bu yönleriyle ele alındığı zaman Kur’ân; müctehidler (hüküm çıkarma yetkisi olan âlimler) açısından hüküm çıkarılacak bir kaynak, ilahiyatçı ve müderris gibi âlimler için müctehidlerin hüküm çıkardıkları âyetleri anlamak için bir rehber, tüm insanlık için bir şifa ve anlamını bilmeden okuyanlar için zikir ve ibâdet olmuş olur.

Demek ki Kur’ân’ı Kerim’in özelliklerinden birisi de belirtildiği gibi zikir oluşudur. Bunu bizzat Kur’ân’ın kendisi ifade etmektedir. Kur’ân’ı Kerim’de müştaklarıyla beraber zikr / zikir kelimesi 256 yerde geçer. Bu âyetlerin önemli bir kısmında da Yüce Allah, bize zikretmemizi emreder. “Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken (namazı) kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah’ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin”(Bakara, 2/239), “Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin”(Nisa, 4/103), “Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma” (A’raf, 7/205),“Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz” (Cuma,62/10) gibi âyetler bunlardan bir kaçıdır. Bu ve benzeri âyetlerden, Yüce Allah’ın zikirde bulunmamızı emrettiği açıkça görülmektedir.

Şimdi bir an durup, Yüce Allah bize zikri emretmektedir, acaba zikir nedir? Veya hangi lafızları zikredersek, Allah’ın emri olan zikir görevini eda etmiş oluruz? Diye soracak olursak, cevabını yine Kur’ân’ı Kerim ve hadîslerde buluruz. Nitekim

image-656.png

“Zikri (Kur’an’ı) kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız ” (Hicr,15/9), “Bunları biz sana âyetlerden ve hikmetli zikr’den (Kur’an’dan) okuyoruz” (Âl-ı İmrân, 3/58), “O inkar edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi” (Kalem,68/51) gibi âyetler buna delâlet etmektedir. Okuduğumuz âyetlerde geçen “zikr” kelimesi Kur’ân anlamındadır. O halde sorumuzun cevabı yine Kur’an’da karşımıza çıkmakta ve “zikir nedir?” şeklindeki sorumuza yine Kur’ân, “Zikir, Kur’ân’dır” diye cevap vermektedir. Öyleyse Kur’ân, zikirdir. O halde zikretmek Kur’ân’ın emri olduğuna ve Kur’ân aynı zamanda zikir olduğuna göre, anlamı bilinmese de Kur’ân’ın zikir niyetiyle okunması yine Kur’ân’ın tüm Müslümanlara emri olmuş olmaktadır. Kur’ân’ın emrini yerine getirmek ise ibâdet ve dolayısıyla sevaptır. Tabi ki anlamıyla beraber okunsa daha da güzel olur. Ama anlamını bilmiyorsan Kur’an okuma, denilemeyeceği Kur’ân’dan anlaşılmaktadır. Aksi bir yaklaşım, Kur’ân’a zikir diyen ve bizlere zikri emreden Allah’ın emirleriyle çelişmek anlamına gelir.

Kur’ân’ı Kerim, zikri emredip Kur’ân’ı okumanın zikir olduğunu anlattığı gibi, Peygamberimiz (s.a.v.) de buna işaret ederek mü’minleri Kur’an-ı Kerim okumaya teşvik etmektedir. Mesela Ebû Ümâme (r.a.), ben Resûlullah’ı (s.a.v.): “Kur’ân okuyunuz. Çünkü Kur’ân, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçı olarak gelecektir” buyururken işittim, demiştir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 249, 251). Yine başka bir hadiste Allah’ın Resûlu (s.a.v.): “ Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben “Elif lâm Mîm” bir harf demiyorum. Aksine “Elif” bir harf, “Lâm” bir harf, “Mîm” de bir harftir” (Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân, 16) diye buyurmaktadır. Buna benzer başka hadîsler de mevcuttur. Özellikle ikinci hadiste verilen “elif lâm mîm” örneği dikkat çekicidir. Zira “elif lâm mîm” huruf-i mukataadandır. Bazı surelerin başında bulunan bu ve benzeri harflerin anlamının bilinemeyeceği başta dört halife ve İbn Mesût olmak üzere âlimlerin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. (Bkz. M. Zeki Duman, Mustafa Altundağ, “Hurûf-i Mukattaa” DİA, c. XVIII). Bundan dolayı da bunlara ayrıca “hurûf-ı mübheme” de denilmiştir. Buna göre hadîste geçen “elif, lâm, mim” mukataa harflerinin anlamı bilinmemektedir. Amma buna rağmen her bir harfe bir ile on arası sevap verilmektedir ki, bu da anlamı bilinmese dahi Kur’ân okumanın sevap olduğunu ayrıca gösteren başka bir delil olarak karşımıza çıkmaktadır. Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı üzere, anlamını bilmeden Kur’ân’ı kerimi okumanın zikir ve de sevap olduğu ve bu hususun Kur’ân ve Sünnetten anlaşıldığı görülmektedir. Bundan dolayıdır ki İmâm Azâm, İmâm Şafiî gibi büyük âlimler, sürekli ilimle meşgul oldukları halde sevap niyetiyle her fırsatta Kur’ân okumuş, hatim indirmişlerdir. Bu durum, bin dört yüz yıl boyunca böyle anlaşılagelmiştir.

Şimdi gelelim akli delil veya yorumlara. Dünyada 1.6 milyar Müslüman bulunmaktadır. Ancak bunların sadece 407,5 milyonu Arap olup Arapça bilmektedir. Buna göre 1. 2 milyar Müslüman Arap değil, yani Arapça bilmemektedir. Bunların 2 yüz milyonunun da Arapça öğrenmiş kimseler olarak var saysak bile en az 1 milyar Müslüman, Arapça bilmiyor demektir. O zaman bu anlayışa göre Arap olmayan 1 milyar Müslüman Arapça bilmediği için, kendi kitapları ve Allah’ın kelâmı olan ve de yanı başlarında duran Kur’ân-ı okumak için ya Arapça öğrenmeli ya da hiç okumamalı, öyle mi? Böyle bir anlayış akla uygun düşer mi? Elbette ki düşmeyeceği açıktır. Mehmet Amca, Ayşe Teyze, Fatma Teyze, sizler Arapça bilmiyorsunuz, öğrenme imkanınız da yok; o halde siz ölünceye kadar size gönderilmiş olan Kur’ân’ı, Allah’ın kelâmını bir defa dahi açıp okuyamazsınız mı denilecek? Yahu! Tüm dünyada gençler anlamını hiç bilmedikleri pop vs. müzikleri dinleyip melodisinden haz alıp kendilerinden geçerken, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân’ın böyle bir tarafı dahi yok mu sizce?! Bırakalım anlamını bilmese dahi mü’minler, rablerinin kelâmını zikredip okusunlar, onunla zevk alıp huzura ersinler. Dikkat edin, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur. (Ra’d, 13/28).

Şayet anlamını bilmeden Kur’an-ı Kerim okumanın bir anlamı ve sevabı olmamış olsaydı, o zaman anlam yönünden aklen ibâdetin rûhuna ters gibi gelen birçok âyeti namazda da okumamamız gerekirdi. Mesela namaz kılarken Fatihâ’dan sonra bazen kıssaları anlatan sureleri okuruz. Orada Fravun’dan, Nemrût’tan, Ebûleheb’ten ve yaptıklarından bahsedilir. Namazda Fravun “Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi” (Naziat, 79/24) âyetini icabında okuruz. Oysa anlam yönünden Fravun’un bu sözü küfürdür. O halde biz, kendisini rab olduğunu söyleyen Fravun’un sözünü namaz gibi bir ibâdette nasıl söyleyebiliyoruz? Düz mantığa göre bu doğru değil gibi görünse de özü itibariyle durum böyle değildir. Demek ki, Kur’ân’dan maksat sadece anlamı değildir. Namazda olduğu gibi bazen kelâm (lafız), anlamın önüne geçer ve Fravunun söylediği sözü biz Allah’ın kelâmı olarak okuduğumuzda manasını değil, lafzını esas almakta ve hem ibâdetimizi yapmakta hem de sevap kazanmaktayız.
 
Üst