اَلْوَاجِدُ el-Vâcid: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, müstağnî; istediğini, istediği vakit bulan. Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiç birinden mahrum olmayan.
اَلْمَاجِدُ el-Mâcid: Kadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol.
اَلْوَاحِدُ el-Vâhid: Tek. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki/ortağı, nazîri/benzeri ve dengi bulunmayan.
اَلصَّمَدُ es-Samed: Hâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci’, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine sunulan, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan.
اَلْقَادِرُ el-Kâdir: İstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten.
اَلْمُقْتَدِرُ el-Muktedir: Kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden.
اَلْمُقَدِّمُ el-Mukaddim: İstediğini ileri geçiren, öne alan.
اَلْمُؤَخِّرُ el-Muahhir: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.
اَلْاَوَّلُ el-Evvel: Her varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan.
اَلْاٰخِرُ el-Âhir: Varlığının sonu olmayan.
اَلظَّاهِرُ ez-Zâhir: Âşikâr olan, kat’î delillerle bilinen.
اَلْبَاطِنُ el-Bâtın: Gizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen, mâhiyeti bilinemeyen.
اَلْوٰالى el-Vâlî: Mahlûkatın işlerini yoluna koyan, bu muazzam kâinatı ve her an meydana gelen hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden, kâinâtın hâkimi.
اَلْمُتَعَال۪ى el-Müteâlî: Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.
اَلْبَرُّ el-Berr: Kulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan, vaadini yerine getiren.
اَلتَّوَّابُ et-Tevvâb: Kullarını tevbeye sevkeden, tevbeleri çokça kabûl edip, günahları bağışlayan.
اَلْمُنْتَقِمُ el-Müntekım: Suçluları, adâleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran.
اَلْعَفُوُّ el-Afüvv: Affı çok. Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden, kökünden kazıyan.
اَلرَّؤُۧفُ er-Raûf: Çok re’fet ve şefkat sâhibi.
مَالِكُ الْمُلْكِ Mâlikü’l-Mülk: Bütün mülkün mâliki ve hâkimi. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm: Hem büyüklük ve azamet, hem de fazl u kerem sâhibi.
اَلْمُقْسِطُ el-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adâlet sâhibi. Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran.
اَلْجَامِعُ el-Câmi’: İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan. Kıyâmet günü hesâba çekmek için mahlukatı toplayan.
اَلْغَنِيُّ el-Ğaniyy: Çok zengin ve her şeyden müstağnî.
اَلْمُغْن۪ي el-Muğnî: İstediğini zengin eden, tatmin eden.
اَلْمَانِعُ el-Mâni’: Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere mâni olan.
اَلضَّآرُّ ed-Dârr: Elem ve zarar verici şeyleri yaratan.
اَلنَّافِعُ en-Nâfi’: Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan, fayda veren.
اَلنُّورُ en-Nûr: Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr bahşeden, nûr kaynağı.
اَلْهَاد۪ى el-Hâdî: Hidâyeti yaratan, yol gösteren, murada erdiren.
اَلْبَد۪يعُ el-Bedî‘: Örneksiz, misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden. Zâtında, sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan.
اَلْبَاق۪ي el-Bâkî: Varlığı devamlı olan, sonu olmayan.
اَلْوَارِثُ el-Vâris: Servetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî sâhibi olan.
اَلرَّش۪يدُ er-Reşîd: Bütün işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve hikmet üzere âkıbetine ulaştıran; her şeyi yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizâm veren.
اَلصَّبُورُ es-Sabûr: Çok sabırlı. (Buhârî, Deavât, 68; Tirmizî, Deavât, 83; Hâkim, I, 62)
“Allah bana yeter. O ne güzel vekildir.” Zikri bütün korkan kimselerin emniyetli sığınağıdır. (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no: 3715)
Kuvvet-i îmân ve îkan ile bu zikr-i şerîfin tekrarına ve tilâvetine devam olunsa, mal ve can üzerine gelmesi melhuz olan musibet ve tehlikelerden insanı mahfuz kılar.
Bu zikr-i şerîfe devam edilirse biiznillahi teâlâ şiddet ve musibetler ferahlık ve sürûra tebdil olunur. Mânâsı;
“Başka bir ilâh yok; ancak el-Hakîm, el-Kerîm Allah var. Başka bir ilâh yok; ancak el-Aliyyü’l-Azîm Allah var. Başka bir ilâh yok, ancak yedi semânın ve çok şerefli Arş’ın sahibi Allah var.”
“Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taatle kuvvet bulmak ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır” kelime-i tayyibesi doksan dokuz illete devâ olur. Bu illetlerin en hafifi hüzün ve kederdir. (Hâkim, I, 727)
“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman meyvelerinden istifade ediniz” buyurmakla, “Cennet bahçelerinin nereler olduğu” sual olundu. Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- de:
“– Allah’ı zikretmek için teşekkül eden halkalardır” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 82/3510)
اَلْمَاجِدُ el-Mâcid: Kadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol.
اَلْوَاحِدُ el-Vâhid: Tek. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki/ortağı, nazîri/benzeri ve dengi bulunmayan.
اَلصَّمَدُ es-Samed: Hâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci’, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine sunulan, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan.
اَلْقَادِرُ el-Kâdir: İstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten.
اَلْمُقْتَدِرُ el-Muktedir: Kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden.
اَلْمُقَدِّمُ el-Mukaddim: İstediğini ileri geçiren, öne alan.
اَلْمُؤَخِّرُ el-Muahhir: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.
اَلْاَوَّلُ el-Evvel: Her varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan.
اَلْاٰخِرُ el-Âhir: Varlığının sonu olmayan.
اَلظَّاهِرُ ez-Zâhir: Âşikâr olan, kat’î delillerle bilinen.
اَلْبَاطِنُ el-Bâtın: Gizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen, mâhiyeti bilinemeyen.
اَلْوٰالى el-Vâlî: Mahlûkatın işlerini yoluna koyan, bu muazzam kâinatı ve her an meydana gelen hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden, kâinâtın hâkimi.
اَلْمُتَعَال۪ى el-Müteâlî: Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.
اَلْبَرُّ el-Berr: Kulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan, vaadini yerine getiren.
اَلتَّوَّابُ et-Tevvâb: Kullarını tevbeye sevkeden, tevbeleri çokça kabûl edip, günahları bağışlayan.
اَلْمُنْتَقِمُ el-Müntekım: Suçluları, adâleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran.
اَلْعَفُوُّ el-Afüvv: Affı çok. Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden, kökünden kazıyan.
اَلرَّؤُۧفُ er-Raûf: Çok re’fet ve şefkat sâhibi.
مَالِكُ الْمُلْكِ Mâlikü’l-Mülk: Bütün mülkün mâliki ve hâkimi. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm: Hem büyüklük ve azamet, hem de fazl u kerem sâhibi.
اَلْمُقْسِطُ el-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adâlet sâhibi. Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran.
اَلْجَامِعُ el-Câmi’: İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan. Kıyâmet günü hesâba çekmek için mahlukatı toplayan.
اَلْغَنِيُّ el-Ğaniyy: Çok zengin ve her şeyden müstağnî.
اَلْمُغْن۪ي el-Muğnî: İstediğini zengin eden, tatmin eden.
اَلْمَانِعُ el-Mâni’: Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere mâni olan.
اَلضَّآرُّ ed-Dârr: Elem ve zarar verici şeyleri yaratan.
اَلنَّافِعُ en-Nâfi’: Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan, fayda veren.
اَلنُّورُ en-Nûr: Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr bahşeden, nûr kaynağı.
اَلْهَاد۪ى el-Hâdî: Hidâyeti yaratan, yol gösteren, murada erdiren.
اَلْبَد۪يعُ el-Bedî‘: Örneksiz, misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden. Zâtında, sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan.
اَلْبَاق۪ي el-Bâkî: Varlığı devamlı olan, sonu olmayan.
اَلْوَارِثُ el-Vâris: Servetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî sâhibi olan.
اَلرَّش۪يدُ er-Reşîd: Bütün işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve hikmet üzere âkıbetine ulaştıran; her şeyi yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizâm veren.
اَلصَّبُورُ es-Sabûr: Çok sabırlı. (Buhârî, Deavât, 68; Tirmizî, Deavât, 83; Hâkim, I, 62)

“Allah bana yeter. O ne güzel vekildir.” Zikri bütün korkan kimselerin emniyetli sığınağıdır. (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no: 3715)
Kuvvet-i îmân ve îkan ile bu zikr-i şerîfin tekrarına ve tilâvetine devam olunsa, mal ve can üzerine gelmesi melhuz olan musibet ve tehlikelerden insanı mahfuz kılar.

Bu zikr-i şerîfe devam edilirse biiznillahi teâlâ şiddet ve musibetler ferahlık ve sürûra tebdil olunur. Mânâsı;
“Başka bir ilâh yok; ancak el-Hakîm, el-Kerîm Allah var. Başka bir ilâh yok; ancak el-Aliyyü’l-Azîm Allah var. Başka bir ilâh yok, ancak yedi semânın ve çok şerefli Arş’ın sahibi Allah var.”

“Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taatle kuvvet bulmak ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır” kelime-i tayyibesi doksan dokuz illete devâ olur. Bu illetlerin en hafifi hüzün ve kederdir. (Hâkim, I, 727)

“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman meyvelerinden istifade ediniz” buyurmakla, “Cennet bahçelerinin nereler olduğu” sual olundu. Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- de:
“– Allah’ı zikretmek için teşekkül eden halkalardır” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 82/3510)