Kur’ân’da,
Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin” buyrulmuştur. Ayetin ifadesiyle bir yönüyle devlet olma, topluca barışa ve güvene girişin adıdır. Devlet, bireysel hak sahiplerinin sözleşme ile kurdukları adâleti gerçekleştirmekle yükümlü bir organizasyondur. Bu bağlamda devlet, insan haklarına uygun düzenlemeler yapan en büyük bir organizasyondur. Devlet, bir insan gibi organları dengeli çalışan ahenkli bir organizasyondur.
Devlet kurma oluşumunun şüphesiz bir ön aşaması bulunmaktadır. Öyle ki, birinci ve ikinci akabe biatları, Medine’de kurulacak olan devletin ön görüşmesi mahiyetindeydi. Keza Hz. Muhammed (sav), Medine halkının (Müslümanlar hatta Yahudilerin bile) beklediği bir insandı. Hz. Peygamber ve ashabı Mekke’den adil bir düzen kurmak için yola çıkmışlardır. Zira bir devletin doğuşunda vatan, sosyal vicdan (ortak amaç uğrunda birleşen/ birlikte yaşam projesi) ve siyasi otorite gereklidir.
Sonuçta bu hareket, dağınık, aşiret ve kabile halinde yaşayan halkı, beşeri toplum döneminden, siyasi toplum dönemine evirmiştir. Bilindiği gibi Arap toplumu, köylü (bedevî) ve kentli (hadarî) lerden oluşuyordu. Köylü toplum yapısı kabile ve aşiretlerden meydana geliyordu. Kentli toplumlar da bundan farklı değildi. Bu toplumlarda vatan kavramı ve siyasi otorite de yoktu. Peygamberimizin (sav), Medine’ye hicretten sonra sosyal hukuk alanında ilk sosyal siyaseti, Medine site devletini kurmak olmuştur.
Bilindiği gibi Kur’ân, Mekke’de itikadî ve ahlaki ilkeler vaaz etmiştir. Medine’de ise ibadet ve hukuk gibi bireysel ve toplumsal pratiklere yer vermiştir. Mekke’de daha çok inançta tevhidi ilkeye yer verilirken; Medine’de toplumsal pratikler için tevhide yer verilmiştir. Diğer bir ifade ile ilahi otorite, Mekke’de icmâli, Medine’de özel ve kamu hukuku alanında yasal düzenlemelere yer vermiştir. Bu pratiklerin başında günlük, haftalık ve yıllık namaz, Cuma ve bayram gibi toplumsal bütünleşmeyi sağlayan toplu ibadetler yanında devlet, anayasa, âkile gibi idari hukuk alanında kurumsallaşmaya da gidilmiştir. Hiç kuskusuz Peygamber (sav), Kur’an’ın yönetim hukuku ile ilgili getirdiği esaslar çerçevesinde hareket etmiştir.
Keza devleti, bireyin meşru savunma hakkının kollektif organizasyonunu sağlayan bir araç olarak görmüştür. Yönetimde, devlet ile halk arasında bir denge kurmuştur. Peygamberin bu uygulamalarının (devletin nitelik ve yapısının ne olacağından çok) amacından, birey ve toplumların güvenini sağlayarak halkına hizmet etmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda devlet, hak ve adâletin gerçekleştirilmesi, toplumsal düzenin sağlanması için bir araç olarak görülmeli ve bir rant aracı haline getirilmemelidir.
Tarihte, siyasi hâkimiyetin kaynağı teoride halka dayansa da pratikte bu çoğu kez gerçekleşmemiştir. Pratikte, ya devletin kendisi ya da devlet başkanı kutsallaştırılmıştır. Sonuçta Müslüman halkın siyasî iradesi ve seçimi çoğu kez göz ardı edilmiştir. Müslüman bireyler, devletin korunmasında araç, devlet ise amaç haline gelmiştir. Oysa devlet araç, adâlet ise amaç olmalıdır. Fakat siyasi meşruiyetin kaynağı halkın iradesi olmasına rağmen pek çok ülkede göstermelik seçimler yapılmış, monarşik yönetimler hâkim olmuş, demokratik bir seçime geçilememiştir.
Devlet projesi, birlikte yaşam projesidir. Birlikte yaşamın adalet ve liyakat ilkeleri bulunmaktadır. Devlet içerisinde imtiyaz ve ayrıcalıklı kişi ve gruplara asla yer verilmemelidir. Desene bugün devlet felsefesi iyi anlaşılmamıştır. Böylece devletin altında, devletçiklere müsaade edilmiştir. Devlete adeta şirk koşulmuştur. Bu devletçikler, tarihte ve günümüzde devletin otoritesini sarstılar. Devlet gibi güç elde etmeye başladılar. Devletin gizli gizli altını oydular. Devletin kurumlarına nüfuz etmeye çalıştılar. Devletin kurumlarına geldiklerinde kendi yandaş ve yoldaşlarına ayrı muameleler yaptılar. Bugün bu uygulamalar ne yazık ki, hala devam etmektedir. Elde etmiş oldukları mevki ve makamları kendi çıkar ve menfaattarı uğrunda kullandılar.
Sonuçta devletin adalet algısına kurşun sıktılar. Devlet içinde devlet kurmaya özendiler. Oysa devlet şirk kabul etmezdi. Devletin kendilerine verdikleri yetki ile haksız ve hukuksuz uygulamalar yaptılar. Sonuçta devlet felsefemizi zaafa uğrattılar. Devlete güveni de sarstılar. Artık bugün bu uygulamalar devlete güven ve emniyet azalttı. Bugün devletimiz her bir grubun rant aracı haline geldi.
Öyle ki devlet, bir nimet kabul edildi. Bu nimetten pay almak için yarışıldı. Tam bir leş kavgası verildi. Devletin âli menfaatleri unutulup, çıkar ve menfaat yarışı başladı. Bu da mazlum ve mağdurları çoğalttı. Bununla birlikte devlet kurumları içerisinde bazı imtiyazlı ve ayrıcalıklı insanlar çoğaltıldı. Bu algının oluşması devlete güveni sarstı. Bu imtiyazlı kişilerin kamuda ilerlemesinin önü açıldı, kolayca bir yerden bir yere atama yapılmaları sağlandı. Bu ayrıcalıklı kimselerin yandaşları ve yakınlarının işe girmeleri referans ve talimatla kolayca sağlandı. Dönem adeta bu grupçuların, referans ve adam kayırma dönemi oldu. Desene haksız kazanç ve riba düzenine geçildi. Böylece adalet terazisi bozuldu. Umarım devlet baba evlatları arasında ayırım yapmayıp bu adalet terazisini tekrar kurar. İnsanlığın değerlerine geri döneriz. Devlet şemsiyesi altında bu ayrıcalıklı leş odaklarına imtiyazı terk ederiz. Hak ve adaletli bir düzen kurarız. Bir saatlik adalet, bin rekâtlı namazdan yeğdir. Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmeye mahkûmdurlar. Saygılarımla.

Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin” buyrulmuştur. Ayetin ifadesiyle bir yönüyle devlet olma, topluca barışa ve güvene girişin adıdır. Devlet, bireysel hak sahiplerinin sözleşme ile kurdukları adâleti gerçekleştirmekle yükümlü bir organizasyondur. Bu bağlamda devlet, insan haklarına uygun düzenlemeler yapan en büyük bir organizasyondur. Devlet, bir insan gibi organları dengeli çalışan ahenkli bir organizasyondur.
Devlet kurma oluşumunun şüphesiz bir ön aşaması bulunmaktadır. Öyle ki, birinci ve ikinci akabe biatları, Medine’de kurulacak olan devletin ön görüşmesi mahiyetindeydi. Keza Hz. Muhammed (sav), Medine halkının (Müslümanlar hatta Yahudilerin bile) beklediği bir insandı. Hz. Peygamber ve ashabı Mekke’den adil bir düzen kurmak için yola çıkmışlardır. Zira bir devletin doğuşunda vatan, sosyal vicdan (ortak amaç uğrunda birleşen/ birlikte yaşam projesi) ve siyasi otorite gereklidir.
Sonuçta bu hareket, dağınık, aşiret ve kabile halinde yaşayan halkı, beşeri toplum döneminden, siyasi toplum dönemine evirmiştir. Bilindiği gibi Arap toplumu, köylü (bedevî) ve kentli (hadarî) lerden oluşuyordu. Köylü toplum yapısı kabile ve aşiretlerden meydana geliyordu. Kentli toplumlar da bundan farklı değildi. Bu toplumlarda vatan kavramı ve siyasi otorite de yoktu. Peygamberimizin (sav), Medine’ye hicretten sonra sosyal hukuk alanında ilk sosyal siyaseti, Medine site devletini kurmak olmuştur.
Bilindiği gibi Kur’ân, Mekke’de itikadî ve ahlaki ilkeler vaaz etmiştir. Medine’de ise ibadet ve hukuk gibi bireysel ve toplumsal pratiklere yer vermiştir. Mekke’de daha çok inançta tevhidi ilkeye yer verilirken; Medine’de toplumsal pratikler için tevhide yer verilmiştir. Diğer bir ifade ile ilahi otorite, Mekke’de icmâli, Medine’de özel ve kamu hukuku alanında yasal düzenlemelere yer vermiştir. Bu pratiklerin başında günlük, haftalık ve yıllık namaz, Cuma ve bayram gibi toplumsal bütünleşmeyi sağlayan toplu ibadetler yanında devlet, anayasa, âkile gibi idari hukuk alanında kurumsallaşmaya da gidilmiştir. Hiç kuskusuz Peygamber (sav), Kur’an’ın yönetim hukuku ile ilgili getirdiği esaslar çerçevesinde hareket etmiştir.
Keza devleti, bireyin meşru savunma hakkının kollektif organizasyonunu sağlayan bir araç olarak görmüştür. Yönetimde, devlet ile halk arasında bir denge kurmuştur. Peygamberin bu uygulamalarının (devletin nitelik ve yapısının ne olacağından çok) amacından, birey ve toplumların güvenini sağlayarak halkına hizmet etmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda devlet, hak ve adâletin gerçekleştirilmesi, toplumsal düzenin sağlanması için bir araç olarak görülmeli ve bir rant aracı haline getirilmemelidir.
Tarihte, siyasi hâkimiyetin kaynağı teoride halka dayansa da pratikte bu çoğu kez gerçekleşmemiştir. Pratikte, ya devletin kendisi ya da devlet başkanı kutsallaştırılmıştır. Sonuçta Müslüman halkın siyasî iradesi ve seçimi çoğu kez göz ardı edilmiştir. Müslüman bireyler, devletin korunmasında araç, devlet ise amaç haline gelmiştir. Oysa devlet araç, adâlet ise amaç olmalıdır. Fakat siyasi meşruiyetin kaynağı halkın iradesi olmasına rağmen pek çok ülkede göstermelik seçimler yapılmış, monarşik yönetimler hâkim olmuş, demokratik bir seçime geçilememiştir.
Devlet projesi, birlikte yaşam projesidir. Birlikte yaşamın adalet ve liyakat ilkeleri bulunmaktadır. Devlet içerisinde imtiyaz ve ayrıcalıklı kişi ve gruplara asla yer verilmemelidir. Desene bugün devlet felsefesi iyi anlaşılmamıştır. Böylece devletin altında, devletçiklere müsaade edilmiştir. Devlete adeta şirk koşulmuştur. Bu devletçikler, tarihte ve günümüzde devletin otoritesini sarstılar. Devlet gibi güç elde etmeye başladılar. Devletin gizli gizli altını oydular. Devletin kurumlarına nüfuz etmeye çalıştılar. Devletin kurumlarına geldiklerinde kendi yandaş ve yoldaşlarına ayrı muameleler yaptılar. Bugün bu uygulamalar ne yazık ki, hala devam etmektedir. Elde etmiş oldukları mevki ve makamları kendi çıkar ve menfaattarı uğrunda kullandılar.
Sonuçta devletin adalet algısına kurşun sıktılar. Devlet içinde devlet kurmaya özendiler. Oysa devlet şirk kabul etmezdi. Devletin kendilerine verdikleri yetki ile haksız ve hukuksuz uygulamalar yaptılar. Sonuçta devlet felsefemizi zaafa uğrattılar. Devlete güveni de sarstılar. Artık bugün bu uygulamalar devlete güven ve emniyet azalttı. Bugün devletimiz her bir grubun rant aracı haline geldi.
Öyle ki devlet, bir nimet kabul edildi. Bu nimetten pay almak için yarışıldı. Tam bir leş kavgası verildi. Devletin âli menfaatleri unutulup, çıkar ve menfaat yarışı başladı. Bu da mazlum ve mağdurları çoğalttı. Bununla birlikte devlet kurumları içerisinde bazı imtiyazlı ve ayrıcalıklı insanlar çoğaltıldı. Bu algının oluşması devlete güveni sarstı. Bu imtiyazlı kişilerin kamuda ilerlemesinin önü açıldı, kolayca bir yerden bir yere atama yapılmaları sağlandı. Bu ayrıcalıklı kimselerin yandaşları ve yakınlarının işe girmeleri referans ve talimatla kolayca sağlandı. Dönem adeta bu grupçuların, referans ve adam kayırma dönemi oldu. Desene haksız kazanç ve riba düzenine geçildi. Böylece adalet terazisi bozuldu. Umarım devlet baba evlatları arasında ayırım yapmayıp bu adalet terazisini tekrar kurar. İnsanlığın değerlerine geri döneriz. Devlet şemsiyesi altında bu ayrıcalıklı leş odaklarına imtiyazı terk ederiz. Hak ve adaletli bir düzen kurarız. Bir saatlik adalet, bin rekâtlı namazdan yeğdir. Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmeye mahkûmdurlar. Saygılarımla.